Home page
Haber Menüsü


‘ABD, 1 Mart’ın acısını çıkaracak’  
  1 Mart tezkeresinde beklediğini alamayan ABD, İran ve Suriye için AKP’yi yeniden köşeye sıkıştıracak. Ancak Ülsever’e göre, AKP’nin bu kez pazarlık şansı yok.

NTV-MSNBC  
   29 Mart 2005 —  1 Mart tezkeresinden 17 Aralık Zirvesi’ne, AKP’nin geçtiği süreçleri ve geleceğe dönük öngörüleri Dr. Cüneyt Ülsever ile konuştuk. Ülsever, Johns Hopkins ve Columbia üniversitelerinden yüksek lisans, Harvard Üniversitesi’nden ise doktora derecesine sahip. Yöneticilik ve danışmanlık görevlerinin yanı sıra Ülsever, halen Hürriyet Gazetesi ve Daily News Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapıyor. Ülsever’in yayınlanmış kitapları arasında; “Kendini Arayan Türkiye, 21.Yüzyılda Küreselleşme ve Türkiye Perspektifi, Kendini Arayan Dünya, İnsan Yönetimi, Huzura Yeniden Yolculuk: XXI. Yüzyılda Bütün İnsan” bulunmaktadır. 

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Defne Sarısoy: Öncelikle AKP çevrelerinde bir tedirginlik olduğu ve Erkan Mumcu’nun istifasıyla başlayıp, ardarda gelen istifalarla da bunun bir şekilde doğrulandığı söyleniyor. Siz AKP’de bir tedirginlik olduğu görüşüne katılıyor musunuz?
       Cüneyt Ülsever:
Kesin olarak katılıyorum. AKP’de bir ayrışımın başladığını, hatta 17 Aralık öncesi ve sonrası diye bir ayırım yaparak, Türkiye’de ilk yazan bendim. Çünkü böyle bir ayrımın olduğunu AKP’yi çok yakın takip etmiş bir kişi olarak ben, net olarak görüyorum.


       AKP, Milli Görüşçüler’in içinden çıktı. Milli Görüşçüler’in tıkandıkları noktalarda, onlara itiraz ederek, halkın teveccühünü kazandı.
       Ve 3 Kasım seçimleri itibariyle, DYP’den ve ANAP’tan gelen çok kaba tabirle liberal bir sosu da içine aldı. Ama parti, çok büyük oy almasına rağmen, seçilip hükümet olduktan sonra genel başkanı, başbakan olamadı. Ondan sonra tekrar seçim yenilendi. Hayatın garip cilvesi, ceza yediği ilden seçilerek geldi. Hepsi oturduktan sonra dahi AKP, bir meşruiyet sorunu yaşamaya başladı. Hukuken iktidar olmuştu ve icraatlarını, tek başına olduğu için serbestçe yapabiliyordu. Ama 28 Şubat döneminden sonra, bir de dünyada yaşanan İslamcı gelişme çerçevesinde sorgulanan bir parti olarak iş başına geldi. Milletin teveccühünü aldı ama bir ülkede etkin olan grupların; medyanın, aydın kesimin, işadamlarının, uluslararası kuruluşların ilk önce soru işaretleriyle karşılandı. Hatta uzun süre gizli ajandası olup olmadığı, takiyye yapıp yapmadığı konuşuldu. Ve bu dönemde AKP, liberalleri öne çıkardı. Oysa liberaller, AKP’yi etkileyecek bir güce katiyyen sahip değillerdi.
       Ama uluslararası ve ulusal konjonktür, AKP’yi liberal umdeleri öne çıkarmaya itti. Bunun karşılığında siyasal ve sosyolojik bir meşruiyet elde etmek istedi. Önünde çok açık iki tane program vardı: Kucağına düşen bir Avrupa Birliği programı, yani Kopenhag kriterleriyle ilgili uyum yasaları ve IMF programı. ‘Biz milli görüşten ayrıldık’ diyen Başbakan ve böyle davranma durumunda olan hükümet, hem IMF reçetelerine, hem de uyum yasalarına canı yürekten sarıldı. Gerçekten çok büyük uğraş verildi. -CHP’nin de katkısını inkar etmemek lazım - 17 Aralık öncesinde tarihimizdeki en çalışkan parlamentolardan birine sahip olduk. Ve önemle Avrupa Birliği’den müzakere tarihi almak için uğraşan, hangi akşam hangi şehirde yattığını bilmediğimiz bir başbakanımız ve dışişleri bakanımız oldu. Ve 17 Aralık’a gelindi.


       
       
17 ARALIK SONRASI
       17 Aralık’tan sonra benim gördüğüm şu: Milli Görüşçü ekip parti içinde diyor ki; “Taban benim kontrolümde. Biz iktidarı yaşayamıyoruz. İktidarın nimetlerini kendi seçmenimize daha dağıtamadık, iktidar olduğumuzu anlayamadık” diyorlar. Böyle bir mücadele var. AKP, artık Avrupa Birliği’nde bir yola girdi. Yolda kaza olur mu, olmaz mı gibi ek bir hesap yok ama meşruiyetini kazandı. Onun da göstergeleri; Türkiye’de basın birdenbire çok yumuşadı. Erdoğan, uluslararası üne sahip bir lider konumuna yükselmeye başladı. Amerika’nın Ortadoğu’yu demokrasi görünümü altında kendine pozitif bakan yönetimlere kavuşturma projesi, Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde çok güzel bir örnek oluşturduğunu ABD ilan etti.
“Büyükanıt’la başlayan askerin tekrar konuşması dikkatimi çekiyor. İki yıldır susan, Silahlı Kuvvetlerimiz ne oldu da tekrar konuşmaya başladı?”

       Büyük bir projenin çok güzel bir modeli olarak kabul edilince, birdenbire partide bir iç münakaşa başlatıldı. Bugüne kadar yaşananların tekrar yaşanması başladı. “Şimdi iktidar sırası bizde. Devlet sağılacak olan bir inektir. Şimdi biz bu inekten kendi payımızı alalım” denmeye başlandı. Beni çok rahatsız eden, bu ülke hiç mi değişmez dedirten hastalık, aynen başladı.
       Öte yandan, verilen bazı sözler var, en acıklı örneği öğrenci affıdır. Orada bile bile AKP bir oyun oynuyor. Türbanlı kızlara söz vermiştik, neticesini alamayacağımızı bildiğimiz halde, biz “yapıyormuş gibi yapalım” diyen bir AKP var. AKP’nin kendisini odakladığı nokta 17 Aralık’tan sonra değişince, Avrupa Birliği ile ilişkileri aksamaya başladı. Çünkü Avrupa Birliği süreci işlememeye başladı. AKP, kendi içinde büyük münakaşalara girmeye başladı. Çok tipik bir örneği bence, baş müzakerecinin seçimidir. AKP içinde, sadece liberaller veya eski MHP’lilerle Milli Görüşçüler arasında değil, Milli Görüşçüler’in kendi aralarında da anlaşmazlık var.


       
       
       
       Defne Sarısoy: Hükümet içerisinde bir çekişme olduğu görülüyor. Mesela Abdullah Gül ile Başbakan’ın arasının açık olduğu ve pek çok konuda birbirleriyle zıt fikirlere sahip oldukları biliniyor. Aynı şekilde Abdüllatif Şener’in de karar mekanizmasının dışında tutulduğu söyleniyor. AKP bir kabine revizyonuna doğru gidiyor mu?
       Cüneyt Ülsever:
Onu daha ölçemiyorum ama daha parti yeni kurulduğunda, AKP’nin içine girip çıktığımda, çok net İstanbullular ve Ankaralılar ayrımını hissediyordum. Şimdi şöyle bir yapı var: Ankara, Ankaralı’larındır. Yani Refah’tan, Fazilet’ten gelip , Ankara siyasetini “Biz biliriz, biz yaparız” diyen bir ekip var. İşte Abdullah Gül, Abdüllatif Şener, Bülent Arınç. Öte yanda ise karizmayı, liderliği yürüten bir İstanbul ekibi ortaya çıktı. Zaten böyle bir ayrışımı parti kurulurken de hissediyordunuz. Ankaralı Milli Görüşçü siyasetçiler, İstanbullu belediyeci milli görüşçü siyasetçileri ikinci ekip olarak görüyorlardı.
       Filmi başa saralım. 3 Kasım’ın sonucu nedir? Parti, iktidara gelmiştir ama genel başkan, seçime dahi katılamamıştır. Ve Abdullah Gül, Başbakan olmuştur. O gün itibariyle, o günkü gazete sayfalarını karıştırdığınızda, 2-3 yıl bu işin böyle gidip gitmeyeceği tartışılmaktaydı. Kimse, Siirt seçimlerinin iptal edileceğini, böyle bir yolun açılacağını, hatta CHP’nin de bu kadar yardımcı olacağını hayal etmiyordu. Zaten CHP, yardımcı olmak istese dahi ortada bir seçim yoktu. Milletvekili olamayan kişi ise başbakan olamıyor. Şimdi böyle bir ortamda, yaşanan en tipik örnek 1 Mart tezkeresidir.
       1 Mart tezkeresine giden yolda yapılan hazırlıklar sırasında, Abdullah Gül’ün başbakan olarak devam edeceği varsayımı vardı. Daha Siirt seçimleri ortada yok. Bu çerçevede, ABD ile oturulup, bir pazarlık yapıldı ve bir metin hazırlandı. Bunu Fikret Bila yayınladı, ben Amerikan tarafından da teyidini aldım. Bu metinde çok açık bir şekilde deniyor ki; Kuzey Irak’a 62 bin Amerikan askeri Türkiye’den girecektir.

        Aynı sayıda Türk askeri de girecektir. Türk askeri arka saflarda kalacaktır, önde ABD askeri olacaktır. Askeri anlamı şuymuş; direkt sıcak çatışmaya Türk askeri girmeyecektir. Ancak, PKK’nın bulunduğu bölgelerde, Türk askerinin kendi politikalarını, kendi eylemlerini yapması serbesttir. PKK’nın imhası bu programın içinde vardır. Biz karışmayacağız diyorlar. Ayrıca Musul ve Kerkük’ün Amerikan askerleri tarafından otonomisinin korunacağı, ancak Türk askerlerinin hemen Musul ve Kerkük’ün etrafında konuşlanacağı belirtilmiştir.
       Ayrıca 17 ile 25 milyar dolar arasında da, bu sözleşmeyle ilgili Türkiye’nin alacağı bir para var. Şimdi bu anlaşmanın o günkü ruhuna baktığınız zaman, bizim lehimize bir anlaşma var.
1 Mart tezkeresi geçseydi, önce kıyamet kopacaktı. Abdullah Gül de şunu düşündü: “Tezkerenin dayağını ben yiyeceğim, artılar Erdoğan’a gidecek’”.

       İskenderun limanı yeniden inşa edilmiş, açığında bütün Amerikan gemileri konuşlanmış, Güneydoğu’da devamlı olarak Amerikalılar toprak satın alıyorlar. Beklenti, “Hükümetle biz anlaştık. Bunun Meclis’ten geçmesi lazım”. Bu mülahazaların sonuna doğru, birdenbire Türkiye’de hiç umulmadık bir şey oluyor. Siirt seçimleri iptal ediliyor. 1 Mart’a geldiğimizde, bütün bu pazarlıkları yapan hükümetin Başbakanı, biliyor ki, artık kendisi on gün sonra başbakan değil. 1 Mart sabahı AKP genel merkezinde Başbakan sıfatıyla Abdullah Gül, çıkıyor ve bir konuşma yapıyor. Diyor ki; “Artık ben, bunu sizin vicdanınıza bırakıyorum. Oy verseniz de olur, oy vermeseniz de olur”. Tayyip Erdoğan çıkıyor , aynı gün bir konuşma yapıyor. Canla başla diyor ki; “Burada milli menfaat vardır. Bunun gereği olarak bizim bunu geçirmemiz lazım”. Ancak ondan sonra nitelikli çoğunluğu kazanamadı.
       
       Defne Sarısoy: 1 Mart tezkeresinin Meclis’ten geçmemesinin ardında, Erdoğan-Gül çekişmesi var, öyle mi?
       Cüneyt Ülsever:
Benim düşüncem bu. “Niye 1 Mart tezkeresi şaştı” sorusunun cevabı, tamamen AKP içinde yaşanan bir iktidar değişikliğidir. Benim tezim bu.
       
       Defne Sarısoy: Bugünkü Avrupa Birliği ile ilgili aksamalarda da bu çekişmenin rolü var mı?
       Cüneyt Ülsever:
Dışişleri Bakanı, bazı demeçler veriyor. Mesela Suriye konusunda Dışişleri Bakanı’nın söylediğiyle, Başbakan’ın söyledikleri tamamen üstüste oturmuyor. Baş müzakereci bir türlü belli olamıyor. Bugün Türkiye için bence hayati bir konu, başbakan kadar önemli. Önümüzdeki 10-15 yılı etkileyecek bir şey. Bu konularda devamlı olarak Babacan adı ortaya atıldı. Babacan adına da Türkiye’de büyük bir itiraz olmadı. Yaşar Yakış, çok kötü bir dışişleri bakanı sıfatıyla görevinden alındı. Ama Yaşar Yakış, Erdoğan’ın adamı. Ali Babacan’a karşı bir isim ortaya çıkarılamadı.
       Ve Türkiye öyle bir görünüm vermeye başladı ki, adeta müzakere edecek bir adam bu ülkede yetişmedi daha. Bu benim açımdan, problemin çok tipik bir göstergesi. Abdüllatif Şener’e bakıyorsunuz, kendi TMSF başkanından şikayet ediyor. Bunun çok doğal siyasi sonucu, o gün öğleden sonra TMSF başkanının istifa vermesi lazım. Ama TMSF başkanı gidiyor, Başbakan’la konuşuyor ve istifa etmiyor. Çok enteresan Başbakanlık Müsteşarı, intihalden dolayı üniversiteden ceza yedi. Suçu sabit bulundu. Şimdi, üniversitede başkasının fikrini çalan kişi durumunda.
       
ABD’NİN OYUNU
       Başbakan millete ne diyordu: “Bana üç sene verin, üç sene sonra ben size refah olarak, istihdam olarak, gelir olarak geri döneceğim”. Şimdi o dönem de tamamlandı. Seçime yaklaşılmaya başlandı. Parti de yukarıdan sıkışmaya başladı. 1 Mart’ın acısını ABD unutmadı. ABD’nin de oynadığı bir oyun var. Gözden çıkardı mı, deniyor. Hayır gözden çıkarmadı. Amaç; ölümü gösterip, sıtmaya razı etmek. Anormal bir şekilde sıkıştırıyorlar. Çünkü elde bir kayıt var.
       Şimdi ABD diyor ki; “Benim yeni İran ve Suriye politikam var. Şimdi borcunu öder misin?”. Hemen iktidardan götüreyim diye bir derdi de yok. Başbakan olmadan önce Genel Başkan olarak Recep Tayyip Erdoğan, Başkan Bush’a ne dedi? Bunun kayıtları da, Amerika’nın elinde.

       Hangi koşullarda yardımcı olacağını, hangi koşullarda beraber oldukları konusunda ne dedi? Çıksın Başbakan, açıklasın bunları. Şimdi bir taraf diyor ki, “Yeni görevlerim var elimde, daha beter İran ve Suriye. Bakalım ne kadar yardımcı olacaksın?” İncirlik konuşuluyor ama İncirlik’ten daha beter, üç yıl boyunca, bence İran’daki iktidarı yıkma mücadelesi verilecek. Herşey el altından oynanacak.
       
       Defne Sarısoy: İran’a askeri bir operasyon beklemiyorsunuz.
       Cüneyt Ülsever:
Benim tezim şu: Üç yıl boyunca, son yıla kadar Bush, el altından yıkmaya çalışacak. Son yıl işgal etmeyecekler, tarumar edecekler. Sözüm ona nükleer santralleri bombalıyorum, diyerek 50 yıl İran’ı ayağa kalkamaz hale getirecekler. Benim kendi görüşüm bu. Ama üç yılda, İran’ın çok kuvvetli olduğu bir konuda çalışılacak. İran, Türkiye’yi çok karıştırmıştır. Bence Türkiye’nin en büyük iki düşmanı Suriye ve İran’dır. Şimdi birdenbire “İran ile işbirliği yapalım” diyen bir görüş de var Türkiye’de. Ama İran-Türkiye ilişkileri, Türkiye -Irak ilişkilerinden çok daha belalı ilişkiler. Buradaki bir takım faili meçhul cinayetlerin İran’a kadar gittiği tezleri, dünyada çok genel kabul görmüş tezlerdir.
       
       Defne Sarısoy: Suriye de son yıllara kadar PKK’yla beraber anılmış ülkelerden biri.
       Cüneyt Ülsever:
Abdullah Öcalan’a sorulsa, “Orada senin en yakın adamın kimdir” diye, rahmetli Esad’ın kardeşini söyleyecektir. Ne zamana kadar? ABD, bu işe hayır diyene kadar. Amerika, Kürt politikasına Avrupalıların korkusuyla el koymuştu. Ama o gün bizim işimize gelen bir şeydi. Apo’yu bertaraf etmek üzere, ağırlık koydu. Şimdi hükümetin önüne konan şey bu: “Bakalım 1 Mart’ta ispat edemediğin rüştünü, şimdi bana ispat edebilecek misin? Yani, ben senin üzerinden espiyanoj yapabilecek miyim? Senin topraklarını kullanabilecek miyim? Öbür taraf, ne zaman PKK’yı nasıl kullanacak? Sonra gerekirse de, dördüncü yılda bana İncirlik’te hareket alanı verecek misin” diye sıkıştırıyor.
       
       Defne Sarısoy: Peki, Türkiye, İran ve Suriye’ye karşı Amerika’nın yanında hareket edecek mi bu sefer? İncirlik üssünü kullandırma kararını nasıl yorumlamak lazım?
       Cüneyt Ülsever:
Maalesef verecek. Maaleseften kastım da şu: Aksi mümkün değil ki, hiç pazarlık etmeden verecek. 1 Mart’ta pazarlık hakkı vardı. Yani, 1 Mart’ta sen bana bunları yaptıracaksın ama benim de bir tabanım var.
“1 Mart’ın acısını ABD unutmadı. ABD’nin de oynadığı bir oyun var. Amaç; ölümü gösterip, sıtmaya razı etmek.”

       Türkiye lehine bazı şeyleri göstermem lazım. Çıkıp o dönemde geçseydi denebilecekti ki; “Ben aynı miktarda askerle giriyorum. Sıcak çatışmaya girmiyorum. Musul, Kerkük, benim denetimim altında. PKK’yı da yok edeceğim. Şu kadar da para alacağım”. Bu çok önemli bir tartışma, millet indinde benim toprağımdan Müslüman mı vurulacak tartışmasının, millet tarafından kabul edilmemesi, benim görüşlerime ters ama milletin sağlıklı olduğunu gösteriyor. Şimdi ABD’nin oynadığı oyun ise; 0-1 oyunu. Yani ya vereceksin, ya vermeyeceksin. Vermezsen, ne olacağını ben seninle konuşmuyorum daha. Dikkat edin, Bayan Rice buraya gelirken, bütçede sembolik 1 milyar doları da sildiler. Bu ne demek? Pazarlıksız demek. “Senin bana 1 Mart’tan borcun var. Şimdi ben tekrar oraya aktif olarak geliyorum. Irak’taki maliyetim bu, senin yüzünden” diyor. Bunun karşılığı olarak, “Sen ya bu borcunu ödeyeceksin, ya da ödemeyeceksin. Ödemezsen, ne olur’u hiç konuşmayalım”. Bu çok zor bir durum. Ve bu duruma hükümet, kendisini Gül-Erdoğan çekişmesi yüzünden soktu. Daha doğrusu,Türkiye’yi soktular. Ne Gül, ne Erdoğan, siyasi çelişkiyi taşıyabildi. Abdullah Gül’ün hesabı şuydu: “Benim 1 Mart tezkeresinin belasına katlanabilmem için, başbakan olarak kalmam lazım”. 1 Mart geçseydi önce kıyamet kopacaktı, Türkiye’de. Ondan sonra çıkıp ortaya, şu şu kazanımlarımız da var denilecekti. Abdullah Gül dedi ki: “Bunun dayağını ben yiyeceğim, artılar Başbakan’a gidecek”.


       
       
       Defne Sarısoy: Yine güncel konulara gelirsek, hükümetten yapılan açıklamaların ortamı yumuşatmak yerine, daha çok sert çıkışlar olduğunu görüyoruz. Özellikle Başbakan’ın çok gergin olduğunu söyleyebiliriz. Bir gün iş dünyasına kızıyor, bir gün medyaya çok ciddi suçlamalarda bulunuyor. Mesela 6 Mart olaylarında sonra TÜSİAD’dan gelen bir açıklama oldu. Orada konuyu Sabancı suikastiyle ilintilendirip, Ömer Sabancı’ya kişiselleştirerek bir cevap verdi. Peki, buradaki maksat neydi? İş dünyasına neden kızgın Başbakan?
       Cüneyt Ülsever:
Bence başbakan, tam amiyane bir terimle, şu anda “şirazesi kaçmış” bir hükümeti yönetiyor. Tepkileri, siyasi veya hesaplı değil, duygusal tepkiler veriyor. Çünkü hem parti içinde, hem hükümette çok rahatsız. Taşıdığı hükümet, çok büyük oranda Gül hükümetidir. Kendi istediği değişimleri 2.5 yıldır yapamıyor. Baş müzakereciyi atayamıyor. Avrupa Birliği konusunda ondan önce konuşan insanlar var. Ortada çok net görüyoruz ki, bir Ortadoğu politikası yok. Çok oryantal, çok şarklı tavırlar ortaya seriliyor. Bizde Başbakanlar işler kötüye gitmeye başladığı zaman, medyaya kızar, iş hayatına kızar. Bu oyunlar yeni oynanmadı, aynı Başbakan 17 Aralık’ta kendisini tebrik eden TÜSİAD’ı alnından, gözlerinden öpmüştü.
       Bana verdiği duygu; söyleyecek bir şeyi olmayan insanların ruh hali.
       Başbakan biraz külhanbeyi tepkiler veriyor. Belki şuna oynuyor; “Medyayı da, TÜSİAD’ı da, ABD’yi de bizim millet sevmez” diyor olabilir.Ama bu oyunları oynayıp da, Türkiye’de kazanmış Başbakan tanımıyorum. Yani meşruiyetin sadece milli oyda olduğunu zannederek, Türkiye gibi bir ülkenin yönetildiğini ben hiç görmedim. Benim en çok dikkatimi çeken, Büyükanıt’la başlayan tekrar askerin konuşması. İki yıldır gerçekten susan, görevini yapan bir Silahlı Kuvvetlerimiz vardı. Ne oldu da tekrar konuşmaya başladı?


       
       
       Defne Sarısoy: Bayrağa saldırı olayıyla birlikte Genelkurmay’dan gelen açıklamalar haliyle gündeme oturdu.
       Cüneyt Ülsever:
Büyük bir rezalet yaşanıyor orada, yakalaya yakalaya bizim karşımıza 6 tane velet koydular. Bir devlet 6 tane çocuktan mı korkar veya onu kışkırtanlardan mı korkar?. Başka bir kışkırtıcı muhakkak var, o da yapa yapa 6 çocuğu kışkırtabilmiş, onun da gücü bu. Tehdit diye algıladığımızda, ya 6 çocuğa itibar edeceğiz ya da 6 çocuğa itibar edecek zavallı bir kışkırtıcıya itibar edeceğiz. Yoksa millet hiç mi kalkışma görmedi, Arjantin’e, Kırgızistan’a hiç mi bakmadılar? Garip şekilde bir polis çıktı, birşeyler anlattı, televizyonlarda yayınlandı, akşamleyin ödüller aldı.
“Türkiye’nin bu kez pazarlık hakkı yok, İncirlik’i verecek. Rice buraya gelirken, bütçede sembolik 1 milyar doları da sildiler. Bu, müzakereler pazarlıksız olacak demek.”

       Çok garip bir resim var ve birdenbire soğukkanlı Özkök Paşa, Genelkurmay’a yakışmayan bir şekilde maksadını aşarak “sahte vatandaşlar” dedi. Gerçek vatandaşın kim olduğunu tayin etme yetkisini nereden buluyor Genelkurmay , böyle bir soru sormak lazım. Büyükanıt çıkıp “Irak politikası yok” diyor. Ben de aynı fikirdeyim ama Büyükanıt’a ne oluyor? Büyükanıt , Kara Kuvvetleri Komutanı olarak hükümetten bir rahatsızlığı varsa, niye emir komutaya uymuyor? Genelkurmay’a anlatmıyor, Genelkurmay da hükümete anlatmıyor da, Büyükanıt niye çıkıp basına anlatıyor? Başka bir şeyler de biraz pişiriliyor gibi geliyor bana.
       Başbakanlık bu analizleri yapıyor mu bilmiyorum. Olaydan 48 saat sonra Genelkurmay “Bayrak elden gitti” diyor, birden bakıyorsun hükümet daha ağır laflar ediyor. Sen niye önden etmedin, niye sen bu hesabı yapmadın?
       Hemen hergün bir AKP milletvekili istifa ediyor, Erkan Mumcu bile belli ki baştan dövmüyor, yavaş yavaş, hani kanırta kanırta derler ya, öyle oyuyor partinin içini. Bir iktidarın, iktidarının şahikasında olduğu bir dönemde bu şekilde yıpranıyor olması ve aynı Başbakan’ın Silahlı Kuvvetler’e “hocam” dedi mi demedi mi tartışmasının odağında olması çok garip. TÜSİAD’ın başkanına cevap verirken, rahmetli Sabancı’yı ortaya koymak bence insani olarak da rahatsız edici. Onun katilini bulmak, sadece Sabancı’nın yeğeninin görevi değil, devletin görevidir.
       
       Defne Sarısoy: Aslında genel olarak basından da çok rahatsız Başbakan. 6 Mart’la ilgili olaylarda, “Avrupa’ya siz ispiyonluyorsunuz” diyebildi. Ayrıca düşünce ve ifade özgürlüğü gündeme geldiğinde, sık sık kendini örnek gösteriyor, bu yüzden hapis yattım diyor ama en ufak bir karikatüre bile tahammülü yok, hemen dava açılıyor. Orada nasıl bir psikolojisi var Başbakan’ın?
       Cüneyt Ülsever:
46-47’lerde Churchill’in köpek olarak karikatürü yapılmış ve Churchill’e dava açıp açmayacağı sorulmuş . O da “Bu ülkede demokrasi var” demiş. Çok hazin, çünkü Başbakan biz ona geçmiş olsuna gittiğimizde, hapisteyken nelerle suçlanıyorsa, bugün o suçlamaları alıp basının üzerine yüklemeye çalışıyor. Çelişen politika, yanlış politika, farklı görüş değil. Bu bir çaresizlik. ABD’yle arası kopuk, AB’yle arası kopuk, iş hayatıyla arası kopuk, medyayla arası kopuk, liberal entellektüellerle giderek kopan bir ilişki var. Sahip çıktığı Başbakan Müsteşarı’nın aldığı yargılama, imtihal suçu. Unvanı elinden alınıyor, üniversiteden atılıyor ve kamu görevi yapamıyor.

       Şimdi bakalım merak ediyorum, Başbakan ne diyecek müsteşarına? Şu anda Başbakan sanki içine kapanarak, “Zaten benim sadık dostum eski dostlarımdır, ben onlarla beraber yaşayabilirim” diyen bir tavır içinde. O tavra girdiği zaman da, ortaya çıkan şey; cemaatcilik anlayışı. Cemaatten olan herkes doğrudur, cemaatten olmayan herkes de yanlıştır. Bu duyguyla belki tarikat yönetilir, cemaat yönetilir ama ülke yönetilemez ve Milli Görüşçüler’in peşinden gittiği Erbakan’ın ne hale geldiği belli.
       
       Defne Sarısoy: Peki AKP hükümetinin geleceğiyle ilgili bir öngörüde bulunmak mümkün mü bugünden?
       Cüneyt Ülsever:
İran meselesini halledemezlerse, bölünecekler, kötü bölünecekler. Şamar dışarıdan gelecek benim kanaatimce.
“En önemli gösterge bence, AB değil. İran meselesini halledemezse, AKP bölünecek. İran ve Suriye konusunda Türkiye, ABD’ye nasıl bir mesaj verecek, işte asıl mesele.”

       Ama İran meselesini de nasıl halledeceklerini bilmiyorum, Allah kolaylık versin. 21’inci yüzyıl kuruluyor, dünya en zor dönemlerinden birinden geçiyor, Ortadoğu bunun merkezi halinde. Ama bunun hepsini bilerek ve hesap ederek başa gelmek zorundaydılar. En önemli gösterge bence, AB değil. İran ve Suriye konusunda Türkiye ABD’ye nasıl bir duygu verecek, o önemli. Bence hesap bunun üzerine kurulu ve çok sertler bu konuda, Neo-con’lar diyor ki; “Biz 100 yılın ABD’sini kuracağız, yepyeni koşulların ABD’sinden sorumluyuz, biz tarihte öyle çok insancıl, çok demokrat diye anılmak istemiyoruz. Biz ABD’yi kurtaran, ABD’nin bugünkü hükümranlığını devam ettiren bir ekip olarak kalmak istiyoruz”.Bizimkiler bunun hesabını yapyorlar mı, bilemiyorum.
       
       
       
 
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları