Home page
Haber Menüsü


Madrugada ekseninde bir söyleşi
 
Madrugada’nın piyasaya çıkan yeni albümü The Deep End yakında ülkemiz müzik marketlerindeki yerini de alacak.  

 
Gülşah Güray / Radyo Eksen
NTV-MSNBC
14 Mart 2005 —  Radyo Eksen olarak yeni Madrugada albümü için grubun solisti Sivert Høyem’le bir söyleşi yaptık.

   
 
       
    MSNBC News Madrugada: Geceyarısından sonra
 
NTVMSNBC Reklam  
 

 

        Radyo Eksen: Selam Sivert.
       Sivert Høyem: Merhaba.
       Nasılsın?
       Çok iyiyim. Çok mutluyum. Norveç’te bir numarayız bu hafta. Avrupa’da albümün tanıtım konserlerini verdik ve yeni döndük. Yani şikayet edecek hiç bir şeyim yok.
       
       “The Kids Are On Highs Street”mi Norveç’te 1 numara?
       
Yo hayır albümümüz 1 numara.
       
       Albüm Radyo Eksen’de de bir numara.
       
Hayır, inanmıyorum gerçekten mi?
       
       Evet albümü çok beğendik. Aslında yeni 45’liğinizden ziyade albümdeki diğer şarkıları daha çok çalıyoruz.
       
Evet yaptığımız diğer işlerden daha farklı.
       
       Çok beğendik. Daha öncede Madrugada şarkılarını çalıyorduk. 2002 yılında. Grit piyasaya daha yeni çıkmıştı. Bu albümden özellikle “Majesty” ve “Blood Shot Adult Commitment”ı çok çalmıştık.
       
“Blood Shot Adult Commitment” benim favorimdir.
       
       Kısaca Madrugada’yı bize anlatabilir misin? Nasıl tanıştınız, bir araya geldiniz, grubu nasıl kurdunuz?
       
Her birimiz Norveç’in farklı küçük şehirlerindeniz Sanırım belli başlı ortak müziklere olan ilgilerimiz sebebiyle tanıştık. Böyle küçük yerlerdeyken seçme şansınız fazla olmaz ve bir grubun bir araya gelebilmesi için asıl önemli olan şeydir bu. Aynı zevklere sahip olduğunuz arkadaşlarınız olur. Lisedeyken, 10 sene önce tanışıp Madrugada’yı kurduk.
       
       O zamanlar neler dinliyordunuz? Bu ortak zevkler nelerdi?
       
Aslında o yaştaki insanların dinlediği şeylerdi. Led Zeppelin, The Doors, Velvet Underground ve Pixies gibi daha alternatif olanlar. Tabii Pixies biraz daha erken dönemdi fakat onları da dinliyorduk. The Smiths, The Cure, Jesus and Mary Chain.
       
       Peki ilk bir araya geldiğinizde saydığınız bu grupların şarkılarını da çalıyor muydunuz? Cover grubu gibi?
       Hayır aslında. Ben önceleri bir blues garage rock grubundaydım. Fakat Madrugada’daki diğer elemanlarla tanıştığımda onlar kendi müziklerini yapmak, kendi şarkı sözlerini yazmak istiyorlardı. Benim de istediğim buydu. Bu yüzden çok cover yapmadık. Aslında zaten onlar grubu kurmuşlardı ve sanırım ben gruba sonradan katılmış oldum. Sanırım başlarda Iggy cover’ları çalıyorlarmış.
       
       Son albümünüzdeki şarkılardan Slow Builder’da piyanoyu kim çalıyor, merak ettim?
       
Los Angeles’ta tanıştığımız biri o. Genelde şarkının düzenlemesini yaparken piyano bölümlerini de hazırlarız. Fakat bu defa kendi stilinde çaldı. Aslında o, Rod Stewart’la çalışıyor. (gülüyor) Yani o Rod Stewart’ın piyanist’i. Ama inanılmaz bir piyanist. Melodiyi çok iyi yakalıyor. Bir çok stil var. Daha çok blues stiline yakın oldu onun çaldığı.
       
       Peki sahnedeyken başka enstrümanlar da kullanıyor musunuz? Piyano, saksafon gibi?
       
Evet bir çok şey ekliyoruz. Daha geniş bir line-up la sahneye çıkmayı deniyoruz son zamanlarda. Ekstra gitar, keyboard’lar, congo’lar, bongo’lar, saksafon. Ama turneye çıktığımızda genelde 3’ümüz oluyoruz. Bas, vokal ve bateri .
       
       Yeni baterist aldınız mı gruba?
       
Evet inanılmaz yeni bir bateristimiz var. Mükemmel.


       
       Daha önceden bir yerlerde çalıyor muydu? Onu tanıyor muyuz?
       
Daha önce elektronik müzik’le ilgilenen gruplarla çalışmışlığı var. Sample grupları gibi. Ama John Bonham, Keith Moon, Ginger Baker gibi bir geçmişi var.
       
       Pekala “Hold On To You”ya geçelim ki albümdeki favori şarkım bu benim. Angelo Badalamenti ile çalıştınız şarkıda.
       
Evet çalıştık. Aslında o sadece gitar aranjmanını yaptı. Müziği yazma kısmına girmedi. Doğrusunu isterseniz onunla tanışamadık bile. Biz L.A.’deydik o New Jersey’de. Ona kaydımızı yolladık. Gerçekten çok beğendi. Şarkıdan çok etkilenmiş.
       
       Çünkü mükemmel bir şarkı. Uzun zamandır duyduğum en iyi şarkılardan biri.
       
Çok teşekkür ederim. Bunu duymak çok harika. Bizim de yapmak istediğimiz şey bu çünkü. Insanların beğenebilmesi.
       
       David Lynch’in henüz yazmamış olduğu yeni senaryosu için bir soundtrack…
       
Umarım.
       
       David Lynch’le tanışma fırsatınız oldu mu? Sizden şarkı istedi mi?
       
Angelo Badalamenti’ye ajansı sayesinde ulaştık sanırım. Nasıl oldu tam olarak bilmiyorum. Çünkü bütün bunlarla ilgilenen kişi Frodo idi. Madrugada’nın bas gitaristi. Telefonla ona ulaşabilmek için çok uğraştı. Hepimiz Lynch filmlerinin soundtrack’lerini çok severiz. Ama aramızda en çok tutkulu olan Frodo. Eğer böyle bir şey olursa en çok onun emeği geçmiş olacak.
       
       En sevdiğiniz Lynch filmi hangisi?
       
Benim için Mulholland Dr.
       
       O zaman Los Angeles’tayken ziyaret etmişinizdir mutlaka Mulholland Drive’ı.
       
Tabi elbette. Zaten oraya çok yakın bir yerde kalıyorduk. Hollywood tepesinde kalıyorduk. Mullaholand Drive yolun sonundaydı. Oraya gidiyorduk. Hollywood’un bir ucundan diğerine gitmenin güzel bir yoluydu, güneş batmadan oraya varıyorduk. Hollywood Bulvar’ına girmek zorunda kalmıyorduk. Çünkü orası her zaman kalabalıktır, her zaman trafik vardır. Bir tarafında Silver Lake, bir tarafında evler … Büyülü bir ortam. Manzarası inanılmazdır. Şimdiye kadar gördüğüm en harika manzaraya sahip bu şehir. Mullholland Drive’dan Los Angeles’ı izlemek, inanılmaz. San Fernando vadisini de görebiliyorsunuz.. Diğer tarafta evler ve ışıklar.


       
       Zaten filmde, Mulholland Drive’da da görmüştük bu manzarayı, gerçekten inanılmaz.
       
Çok sessiz aynı zamanda. Milyonlarca, milyonlarca, milyonlarca insanı düşünüyorsunuz aşağıda yaşayan. Orada durup seyrediyorsunuz. Çok ruhani bir şey bu. Çünkü o kadar uzak hissediyorsunuz ki kendinizi orada duran evlerden ağaçlardan insanlardan ve yaseminlerden. Çok güzel.
       
       Peki oradayken spesifik bir şarkı yazdınız veya bestelediniz mi? Mulholland Drive’dayken, bahsettiğin o sakinlikte düşünürken. Diyebilirmisiniz ki son albümüzdeki bu şarkı orada yazılmıştır?
       
Bütün şarkılar aslında orada yapıldı. Düzenlemeleri üzerinde çok çalıştık. Kalan zamanlarda sağlam şarkılar yazdık. Güçlü materyaller ortaya çıkarmaya çalıştık. Çünkü bu çok önemli Yola çıktığınızda albümü dinlemekten keyif almalısınız. İnsanlarla iletişim kurabilmeli ve canlı çaldığınızda da işe yarayacağını bilmelisiniz. Şarkılar üzerinde kayıtlarını yapana kadar sürekli çalışmaya devam ettik. Her şeyi yeniden yazıyorduk. Running Out Of Time’ın melodisini ve sözlerini sürekli değiştirdiğimi, yeniden yazdığımı hatırlıyorum. Albümdeki 5. şarkı.
       
       İnanılmaz bir şarkı o. Günde en az 20 defa çalıyoruz.
       
Gerçekten mi? Benim favori şarkım da o son albümdeki. Canlı çalması çok keyifli bir şarkı. Tam konser şarkısı bu. Aslında şarkının sözleri konusunda pek emin değildim İlk versiyonunu pek beğenmemiştim. Sürekli üzerinde duruyor ve değiştiriyordum, çalışıyordum. Bir gün Robert’ın kız arkadaşı geldi ve küçük bir parti verdik. Ben de bu şarkı üzerinde çalışıyordum. Ben, Robert ve kız arkadaşı biraz şarap içtik sonra stüdyoya geçtik. Ona yazdığım şarkı sözlerini göstermek istiyordum. Piyanonun başına oturdum, çalmaya başladım, ona yaptıklarımı göstermek istiyordum çünkü bu çok önemli bir şarkı ve şarkının sözlerinin bir anlam ifade etmesi gerekiyordu.
       
       Çok anlam ifade ettiğini söyleyebilirim. Bu şarkıyı çalarken Madrugada’yı canlı izlemeyi, sizi İstanbul’da görmeyi çok isteriz.
       
Bugün İstanbul’dan bir çok kişiyle konuştuk müzikle ilgilenen. Sanırım bunu yapmanın zamanı geldi.
       
       Eğer İstanbul’a gelirseniz radyoda da bir söyleşi yapmayı isteriz sizinle.
       
Evet bu harika olur akustik gitarlarımızı da getirir küçük bir konser veririz sizin için radyoda.
       
       Çok seviniriz. Peki albüm kayıtlarınızı Norveç dışında yapmayı bilerek mi tercih ediyorsunuz yoksa şartlar mı bunu gerektiriyor?
       
Kayıt yaparken günlük yaşamınızdan uzaklaşmak iyi bir şey. Aslında bunu her albümümüzü kaydederken yaptık. İlkini Norveç’te kaydettik, mix’i New York’ta oldu. İkincisini New York’ta kaydettik daha sonra Berlin’de ve bu sonuncusu için gerçekten kendi evimizde, Oslo’da kalıp da kayıtları yapmak istedik ama George Drakoulias bizim Los Angeles’a gelmemizi çok istedi. Çünkü en iyi stüdyo ve ekipmanlarının, en iyi ses mühendislerinin orada olduğunu söyledi. Norveç’lilere güvenmiyor (gülüyor)
       
       Prodüktörünüz George Drakoulias ile nasıl tanıştınız?
       
Bir arkadaşımız bize tavsiye etti onu. Bu kişi grubu ve bizi oldukça iyi tanıyan yakın bir arkadaşımız. Madrugada için akıl hocası gibi. Bize bir çok yeni müziği ve grubu tanıttı. Bize çok değer veriyor gerçekten. Bize George’u o tavsiye etti. Bu da aslında ajansla gerçekleşti. Ona ulaşabilmek için 10 farklı ajansla görüşmemiz gerekti. Ona bir önceki albümümüz Grit’i ve yeni albümün demo kayıtlarını yolladık. Çok beğendi. Bir çok prodüktör ve ses teknisyeniyle görüştük. Tepkileri görmek çok keyifli oldu çünkü daha önce hiç böyle bir şey yapmamıştık. Herkes çok beğendi. George listemizin başındaki kişiydi yani ilk tercihimiz oydu. Bu yüzden çok mutluyuz.
       
       Biz de çok mutluyuz sonuçtan. Daha önceki söyleşilerinizde de değindiğiniz gibi “Subterranean Sunlight”ın Manchester sound’una oldukça yakın bir tarzı var. Peki o dönemden, yani Manchester platformundan sevdiğiniz sanatçılar kimlerdi?
       
Bu zor oldu. Çok iyi gruplar çıkmıştı Manchester’dan. Mary Chain oradan mıydı?


       
       Hayır değildi.
       
Doğru ya onlar İskoç doğru tamam. Glasgow’lular onlar. Joy Division diyeceğim. Ve elbetteki The Stone Roses.
       
       Ian Brown’ın yeni albümünü dinledin mi?
       
Hayır dinleyemedim.
       
       Çok iyi gerçekten.
       
Biliyorum Frodo söylüyordu. Çok iyiymiş.
       
       Peki sen bu aralar neler dinliyorsun?
       
Folk müzik dinliyorum bu aralar. Ayrıca her zaman olduğu gibi Bob Dylan. Fakat yeni gruplardan dersen eğer, geçenlerde 22-20’s’i dinledim.
       
       “Such a Fool” iyi bir şarkı.
       
Evet ben de çok sevdim onu. Çok etkilendim çünkü normalde yeni grupları pek dinlemiyorum.. 1980’den sonra yayınlanan grupları (gülüyor) Dinlediğim şarkıların bazıları 1920’lerden kalma. Robert Johnson ve Charlie Patton gibi blues müzisyenlerini dinliyorum. Staple Singers, OJ’s gibi saykadelik soul müziklerini dinliyorum. 70’lerin başlarındaki saykadelik sound’lar. Ayrıca funkadelik, bu türleri çok seviyorum..
       
       Madrugadanın sound’undan da anlayabiliyoruz aslında saydığınız bu türleri sevdiğinizi, her zaman eski bir havası oluyor müziğinizin, ama sanırım bunun sebebi daha çok George Drakoulias’ın kayıtlar sırasında eski anfileri ve ekipmanları getirmiş olması?
       Zamanında yapılmış bir çok harika ekipman getirdi stüdyoya. Daha önce dediğim gibi kendisi de çok iyi bir müzisyen, o yüzden bu işlerden çok iyi anlıyor. Stüdyoya tonlarca farklı ekipman getirdi; 20 farklı gitar, 10 akustik gitar, 10 bas gitar, eski keyboard’lar, vox continental, Farfisa, eski B-3 organ gibi daha önce sahip olmadığımız harika ekipmanları stüdyoya getirdi. Hepsinin nasıl çalıştığını biliyordu bu yüzden biz denemek zorunda kalmadık, elbetteki bazı denemelerimiz oldu ama o “sanırım bu şarkı için şunları kullanmamız gerekiyor” diyordu. Yani ekipmanlarının nasıl çalıştığını, nerelerde işe yarayacağını, ve sonuçta nasıl bir ses çıkacağını biliyordu. Yaptığı prodüksiyonun en büyük özelliği sanırım retro olmaması. Sevmediğim şeylerden biridir bu. Çok eski müzik dinlerim ben ama aynı zamanda kendi müziğiminde 2005 yılında yayınlanmış gibi duyulmasını isterim. Elektronik malzemeler kullanılmadan. Bu yeni dönem elektronik gelişmelere pek meraklı değilim. 2005 yılında yapılan organik müzik konusunda çok iyi güçlü sesler ortaya çıkarabiliyor, işin içine ruh katabiliyor fakat retro değil.
       
       The Deep End’in kapağını Gay Ribisi çekti. Fotograflarından “The Art Collector #2”nun bir benzeri. Gay Ribisi ile nasıl bir araya geldiniz?
       
Bir gün Autumn Devild ile fotograf çekimimiz vardı. O, fotograf çekimlerinin olduğu gece Robert’ı Gay Ribisi’nin sergisine götürdü. Biz çekimler sonrasında çok yorgunduk ve eve gittik. Fotograflardan bazılarını görmüş ve çok beğenmiş. Albümün cover’ını yapmaya karar verdiğimizde Autumn bizi aradı ve bu fotografı önerdi. Fotografı bize yolladılar ve bizde “evet çok iyi fikir” dedik. Çok fazla para da ödemedik, Ribisi fotografını kullanmamızdan dolayı mutluydu.
       
       O zaman kapağın ne olacağına karar verdikten sonra mı albümün ismi oluştu? Çünkü su altında çekilmiş hissi veren fotograflar bunlar.
       
Yo hayır albümün ismi başından beri belliydi. Albüm kayıtları üzerinde çalışırken de bu isim vardı. Kayıtlar bittikten sonra başka isimler üzerinde durduk ama bu kapakla albümün ismi birbirine çok iyi uydu. Ve bence çok da iyi oldu. Gerçek bir albüm ismi gibi duruyor.


       
       Evet bence de. Peki Türk dinleyicilerinize söylemek istediğiniz, onlarla paylaşmak istediğiniz bir şey var mı?
       
Ne diyebilirim ki? İstanbul’a gelip bir konser vermeyi gerçekten çok istiyorum. Ayrıca çok da merak ettiğim bir şehir. Tarihle yakından ilgileniyorum. Orada da çok büyük bir tarih var. Gelmek çok istiyorum. Türk insanları hakkında pek bir şey bilmiyorum açıkçası. Sen iyi birine benziyorsun, konuşuğum diğer insanlar da iyilerdi. Berlin’deyken de bir Türk mahellesi yakınlarında yaşıyordum. Çok canayakın insanlardı. Çok sevmiştim. Oradayken kaldığım apartmanın giriş katından bir kafe vardı. Eski bir Türk futbol takımını destekleyen bir klüptü. Hep oraya gidiyordum. Tek Türk olmayan kişi bendim.(gülüyor) O zamanlar hep sizin şu içtiğiniz çaydan içiyordum. Çok çay içiyorsunuz. Çok tatlı bir çaydı.
       
       Tatlı çay?
       
Evet çok sekerliydi. Ve yeşildi. Tuhaf bir şeydi.
       
       Biz öyle bir şey içmiyoruz ki. Ne içtin acaba?
       
Ben çay olduğunu sanmıştım (gülüyor)
       
       Çay diye başka bir şey vermiş olmasınlar sana?
       
Evet belki başka bir şey verdiler (gülüyor) Sanırım elma çayı gibi bir şeydi.
       
       Olabilir. Belki de Berlin’deki Türklerin yaptığı bir şeydir.
       
Evet olabilir. Yaptıkları değişik bir şeydir.
       
       Ama eğer istersen çok içtiğimiz başka bir şey var, Türk Kahvesi..
       
Evet ben de çok seviyorum. Sert biraz aslında.
       
       Serttir evet. Sonrada kahve falı bakarlar.
       
Kahveyi içip bitirdikten sonra mı? Geride kalan şeylere bakarak mı oluyor? Ben de biliyorum onu yapmayı.
       
       Sahi mi?
       
Evet sanırım. Bakıp bir şeyler söylüyorsun. Dibinde kalan şeylere bakıyorsun, bir şekil görüyorsun sonra da onu söylüyorsun. Görüyorum evet geleceğinde karanlık kara bulutlar var.
       
       Kara bulutlar yerine her şey harika olacak gibi şeyler desek?
       
Gizemli bir kadın görüyorum geleceğinde bir yerlerde gibi. Bilemiyorum. (gülüyor)
       
       İlerde çok paran olacak. Albümünüz önümüzdeki altı ay boyunca listelerde bir numarada kalacak. Ama bu son söylediğim doğru, kahve falına gerek yok, bunu görebiliyorum en azından kendi radyomuz adına konuşabilirim.
       Teşekkür ederim. Türk dinleyicilerimiz için mesajımı söylemiştim sanırım, gerçekten oraya gelip de konser vermeyi çok istiyorum. Yaptığımız işin asıl amacı bu çünkü. Konserlerde asıl istediğimiz ruhu yakalayabiliyoruz.
       
 
       
    TOP5 38. Rotterdam Film Festivali başladı  
     
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları