|
25 Ocak 2005 İran’a yönelen ABD tehdidini ve bölgeye yansımalarını, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Faruk Sönmezoğlu ile değerlendirdik. Türk dış politikasında Türkiye-Yunanistan ve Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri üzerine yoğunlaşan Sönmezoğlu, bunun yanısıra Türkiye’nin Orta Asya’ya, Kafkasya’ya ve Ortadoğu’ya yönelik politikaları ile Kıbrıs sorunu, ABD’nin Türkiye’ye ve bölgeye bakışıyla ilgili çalışmalar yürütüyor. Yayımlanmış kitapları arasında; Türkiye, Yunanistan ve Büyük Güçler (1964-1980), Türk Dış Politikasının Analizi ve Kıbrıs Sorunu (1945-1990) bulunuyor. |
Defne Sarısoy: Dünya son üç yılda Afganistan ve Iraktaki yönetimlerin Amerikan güçleri tarafından yıkıldığına tanıklık etti. Ve ABDnin yeni hedefi de bir süredir açıkça işaret edildiği gibi İran. İrana yönelik seçenekler arasında artık bir askeri harekatın bulunduğu da resmi ağızlar tarafından telaffuz ediliyor. Öncelikle İranın nükleer kapasitesi nedir? Amerikanın İrana bir askeri operasyon başlatma olasılığı ne? Faruk Sönmezoğlu: Herşeyden önce şunu belirtmek gerekir ki; kanımca ABDnin en azından şu anda üzerinde durduğu seçenekler, büyük ölçüde nokta vuruşları denilen, tespit edilmiş belirli bölgelere saldırıyla, amaçlanan hedeflerin yok edilmesine dayanabilir. Onun dışında tabii ki çatışma tırmanarak, ABDnin Iraktakine benzer bir harekata girişmesine neden olabilir ama şu anda bence bunun telaffuz edilmesi için oldukça erken. | |||||||||
İrandaki yönetimin değiştirilmesi de belki bir ikincil, üçüncül türev amaç ama esas düşünülen; onların ortaya koydukları çerçeve içerisinde, İranın nükleer gücü. İranın nükleer gücü açısından birkaç noktaya belki değinerek devam etmek gerekir. Askeri anlamda nükleer güç elde etmek, sivil anlamda nükleer teknolojiyi elde etmekle belirli bir noktaya kadar paralel gidiyor. Çünkü ikisi de uranyum veya plütonyumun belirli süreçler içerisinde yoğunlaştırılmasından elde ediliyor. Bu mekanizmayı kurduğunuz zaman, bu yoğunlaştırmayı yüzde 5, yüzde 10 civarında yaparsa, enerji amaçlı bir kullanım için ortaya çıktığı söylenebilir. Eğer bu yoğunlaştırma yüzde 90lar civarına, biraz daha rafine teknolojiyle ulaşıyorsa, o zaman siz bununla silah yapmaya doğru gidiyorsunuzdur. Dolayısıyla bir ülkenin nükleer program yürütmesiyle, onun nükleer güç olması arasında askeri anlamda anlaşmalarla düzenlenmiş bazı farklılıklar var. Fakat bunun tespiti de çok kolay değil. Çünkü Nükleer Güçlerin Yayılmasını Önleme Anlaşması var. Bu anlaşma içerisinde, barışçıl amaçlarla nükleer yakıt üretimi amacıyla, nükleer teknoloji geliştirilmesine izin veriliyor. |
|||||||||
| Defne Sarısoy: Bu anlaşmada İranın da imzası var, değil mi? Faruk Sönmezoğlu: Evet, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının denetlemesi kaydıyla İranın da imzası var. Anlaşmanın imza tarihi 1967, yürürlüğe girmesi 1970, 1995te ise yeniden düzenlendi. |
||||||||
İran, Saddam Hüseyin’in Irak’ı ortadan kalktıktan sonra İsrail’e karşı en ciddi tehdit. ABD, bu çerçevede İran’ı Ortadoğu dengeleri açısından bir hedef olarak görüyor.
|
Dolayısıyla Uluslararası Enerji Ajansının denetimine tabi olması lazım. Orada bazı sorunlar olduğu anlaşılıyor. Başkan El Baradey, 15 Kasım 2004te bir rapor hazırladı. Burada İranın 2003ten sonra gönderdiği verilerin biraz çelişkili olduğu, bazı konularda veri vermediği, bazı teknolojilerin de uluslararası piyasadan - yani bir tür kaçakçılık denilmek isteniyor- elde edildiği izlenimi var. Rapora böyle yansımış. Şimdi Amerikalılar bunu bahane ederek, İranın tutumuna yönelik bir politika geliştirmeye çalışıyorlar. Burada bir şeye daha değinmek gerekir; İran nükleer güce sahip olursa, bunun Türkiye ile ilişkisi ne olabilir? Tabii ki komşumuz ama İranın bu silaha sahip olması, hemen Türkiyeye saldıracağı anlamına gelmez. 1639 Kasr-ı Şirinden beri ciddi bir çatışma yok. Ama ikili ilişkilerde bir kere İran lehine ciddi bir güç dengesi kayması olur. Ayrıca özellikle orta bölge Kafkasyada üçüncü taraflar üzerinde, Türkiye ile İran arasındaki rekabette İran, bir adım öne geçer. Bunu da görmek lazım. Defne Sarısoy: İran yetkililerinden, Dışişlerinden ve Savunma Bakanlığından yapılan açıklamalar var. Hiçbir ülkenin saldıramayacağı bir güce sahip olduklarını belirtiliyorlar, her türlü girişime çok sert karşılık verileceği söyleniyor. Bunlar biraz abartılı açıklamalar değil mi? İranın gerçekten bu türden bir askeri güce sahip olduğuna inanıyor musunuz? Faruk Sönmezoğlu: Herşeyden önce, bu tür açıklamalarda sizin de belirttiğiniz gibi, kamuoyuna yönelik biraz abartı mutlaka var. Yalnız bir karşılaştırma yaparsak, İran güç açısından bir Irak değil. İranın hava savunma sistemi, Iraka göre çok daha iyi. İkincisi; özellikle bir kara harekatına giriştiğiniz zaman, ülke geneli topografik şartları açısından bakıldığında daha zor bir ülke. Elde bulunan teknoloji açısından önemli bir gelişme sağlandığını söylemek herhalde zor ama İranın tam uzun menzil sayılamayacak olan bazı füze sistemlerine sahip olduğu biliniyor. Nükleer programı da şüpheli bir durum arzediyor. Bu anlamda da İranlılar, bunu karşı tarafı caydırmak için kullanmaya çalışıyor. Elde bulunan teknolojiyi bir kenara bırakırsak, dıştan bir harekata karşı direncinin Iraka göre çok daha fazla olacağını söylemek yanlış değil. |
||||||||
| Defne Sarısoy: İranın biraz da ABD için ne önem taşıdığına ve bölgesel politikalarda bu ülkeyi nereye oturttuğuna bakmak lazım. İran neden Amerikanın hedefi oldu? Faruk Sönmezoğlu: İranın ABD ile olan ilişkisinde birkaç tane sorun var. Birincisi; ABD Ortadoğu politikası açısından, son Bush yönetimiyle özellikle sağ kanat İsrail yönetiminin oldukça paraleline girdi. Bu açıdan bakıldığında Ortadoğuda İran, Saddam Hüseyinin Irakı ortadan kalktıktan sonra, İsraile karşı en ciddi tehdit. ABD, bu çerçevede Ortadoğu politikasını İsrail eklemli olarak düşündüğü için, İranı Ortadoğu dengeleri açısından da bir hedef olarak görüyor. Şunu hatırlamakta yarar var: İran konusunda Bush yönetimini yönlendiren yeni muhafazakarlar grubunun çok büyük bir kısmı, Yahudi lobisiyle yakın ilişki içerisinde. Dolayısıyla İsrail tarafından yönlendirilmesinin büyük rolü var. İkincisi; ABD şöyle bir analiz yapmaya yöneldi: Kitle imha silahları olan, terörü destekleyen ve radikal İslamcı fikirleri yayan bazı ülkeleri ortadan kaldırmaya, en azından bunların yönetimlerini ortadan kaldırmaya yönelmek gerekir. |
||||||||
İran’ın elindeki teknolojiyi bir kenara bırakırsak, dıştan askeri bir harekâta karşı direncinin Irak’a göre çok daha fazla olacağı söylenebilir.
|
Ve bu da onların kendisine saldırmasını beklemeden, daha tehdit düşünce aşamasındayken vurulabilir düşüncesiyle yapılmalıdır. ABD, şer ekseni içerisinde Kuzey Korenin, Suriyenin yanında İranı da belirtti ve bu ülke belli bir hedef olarak ortaya çıkıyor. Ayrıca bir başka nokta daha var: Ortadoğuda , Filistin ve İsrail konusu etrafındaki saflaşmada, Filistin Kurtuluş Örgütünün daha dışında kalan ama kitle desteği her geçen gün artan radikal İslamcı örgütler var. Bunların tutumları da İran tarafından destekleniyor. Yani, Şii örgütü de olsa, Sünni örgütü de olsa, politika anlamında İran ile örtüşüyorlar. Dolayısıyla şu anki Filistin yönetiminin nispeten diyaloğa yatkın tutumuna, İranın Ortadoğu politikasının bir engel oluşturduğu ABDdeki bir çok stratejist açısından düşünülüyor. Bütün bunlar ABDnin gözünde, İranın nükleer projesindeki belirsizlikle, yani bunun silaha dönüştürülebilme ihtimalinin sıfır olmadığı görünümü vermesi üzerine İranı hedef haline getiriyor. |
||||||||
| Defne Sarısoy: İrandan sonra Amerikanın terörü veya nükleer silahları gerekçe göstererek hedef seçeceği başka hangi ülkeler olabilir? Şer ekseni içerisinde Suriye zaten hedef ülkeler arasında. Yakın komşularına yönelik bu tehditler, Türkiyeye nasıl yansıyacak? Faruk Sönmezoğlu: Bunu Türkiye açısından analiz edebilirim. ABD, şu anda Irakta ciddi bir sorun içerisinde. Ve bu sorundan kolay kurtulacak gibi de gözükmüyor. |
||||||||
ABD, Kuzey Irak’taki Kürt meselesine mevcut bakışı sürdürdüğü müddetçe, Türkiye de kendine özgü politikasını, İran ve Suriye ile ilişkili gözetme inisiyatifini moralman kazanıyor.
|
Bu yüzden şu anda şer ekseni dediği ülkelerden herhangi birine ABDnin cephe açmak anlamında yönelmesi ihtimali çok kuvvetli olmayabilir. Ama nokta vuruşu dediğimiz, özellikle bu tehditlerin yerlerinin belirlenerek, zamanında İsrailin Iraka karşı yaptığı gibi hedef nokta vuruşlarına yönelebilir. Bu kendisini belli bir çatışmanın içine iterse, o zaman yapılacak bir şey olmayabilir. Ama bunun dışında, Irak sorununu tam halletmeden, Suriye ile doğrudan bir cephe açma ihtimalini ben düşük görüyorum. Kaldı ki Suriye yönetimi şu andaki haliyle, her ne kadar ABD tarafından zaman zaman ciddi tehdit alsa da, İran kadar başı yukarıda değil. İsrail ile olan ilişkide hafif bir yumuşama hissettirirse, sanıyorum kolaylıkla ABDnin istediği bir yörüngeye oturtulabilir aslında. Zaten daha Hafız Esadın son dönemlerinde bile bunun sinyalleri verildi. Hele oğlu Beşar Esad iktidara geldikten sonra, buna yönelik olarak güçlü sinyaller veriyor. Defne Sarısoy: Peki Türkiye ile Suriye ilişkilerinde, son yıllarda gözlenen yakınlaşma ABD tarafından nasıl algılanıyor? Faruk Sönmezoğlu: Şöyle görmek lazım: Bunu bir yönüyle Suriyenin artık bölgede eski Sovyetlere dayanarak izlediği politikayı izleme imkanı kalmadığını görme, ekonomik durumunu düzeltmeyi ve Batıyla ticarete girmeyi isteme ve biraz da İsrailin adım atması halinde, İsrail ile barışı arzulama yönünde bir eğilimi var. Bunun da göstergesi; Türkiye ile olan ilişkileri. Fakat aynı zamanda şöyle bir noktaya da işaret etmek lazım: Ortadoğuda, özellikle Kuzey Irak ve Irak politikasında Suriye, İran ve Türkiye, birçok konuda ABDden farklı düşünüyor. Türkiye ile olan ilişkisinin bir anlamı da, ters istikametteki bu eğilimde aranabilir. Yani Türkiye, Irak politikasında ABD ile her konuda anlaşmadığı için, Suriye ve İranla o konularda daha kolay işbirliği yapabiliyor. Tabii ABD, bunun limitlerini belirliyor. Ama ABD, Kuzey Iraktaki Kürt meselesine mevcut bakışını sürdürdüğü müddetçe, Türkiye de bu noktadan hareketle, kendine özgü politikasını İran ve Suriye ile ilişkili olarak gözetme inisiyatifini moralman alıyor, kanımca. |
||||||||
| Defne Sarısoy: ABDde yapılan bir ankete göre, Bush karşıtlarının başını yüzde 82 ile Türkiye çekiyor. Bu tepkiyi neye bağlamak gerekiyor? Faruk Sönmezoğlu: Sanıyorum bu tepkiyi, her şeyden önce ABDnin Ortadoğu politikasına bağlamak gerekiyor. |
||||||||
Bush yönetiminin, genel olarak dünyaya yukarıdan bakan ve karşılıklı ilişkilerde süper güç olduğunu hatırlatıcı bir üslubu var. Bu Türkiye ile ilişkilerinde de geçerli.
|
Bunun alt başlıkları açıldığı zaman, ABDnin İsrail ile birlikte Müslüman Ortadoğu ülkelerine karşı bir politika izlediğine dair bir görünüm ortaya çıktı. Tabii bu eskiden de vardı ama ABD yönetiminin yakınında olan birçok Arap ülkesi olduğu için, bu çok geçerli gibi gözükmüyordu. Fakat şimdi Bush yönetimi çok fazla İsraile dayanıp, Amerikaya eskiden dost olan birçok Ortadoğu ülkesini kendisine mesafeli bir hale getirince, bu tür bir izlenim bence gerçeklik kazandı. İkincisi; ABDnin Kuzey Iraktaki Kürt sorununa bakışı. Türkmenlerin haklarıyla ilişkili olarak aldığı pozisyon, Türkiyede geniş bir kamuoyu açısından rahatsızlık yaratıyor. Amerikan aleyhtarlığının sanıyorum böyle bir yönü de var. Ayrıca Bush yönetiminin, tüm dünyada olduğu gibi Türkiyede de, genel anlamda yukarıdan bakıcı ve birçok ilişkide kendisinin süper güç olduğunu hatırlatıcı bir üslubu var. Mesela Clintonın çok açıktan kullanmadığı bu üslubu Bushun Türkiyeye de uygulaması, özellikle aydın kesimde ABDye karşıtlığı arttırdı diyebiliriz. | ||||||||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||