Home page
Haber Menüsü


 
Türkiye’nin AB-IMF çıpaları
 
Türkiye üstyapıda, AB normlarına uyum çabaları göstermiş, gerekli mevzuat değişikliklerine gitmiş görünen, ama altyapıda, ucuz, örgütsüz ve anti-sendikal bir emek düzenini kendine zemin yapmış bir ekonomik örgütlenmenin ucubeliğine sahip.
 
Mustafa Sönmez
NTV-MSNBC
 
17 Eylül 2004—  Türkiye’de üstyapıda yaşanan ve AB normlarına yaklaşma çabasındaki değişimler, AB normlarında bir ekonomik değişimle at başı gidiyor mu? Gerek 2001 sonrası yaşanan sermaye birikimi süreci, gerekse onun içinde aktığı ‘dere yatağı’nda, daha rasyonel, daha ‘kapitalistik’ bir dönüşüm sözkonusu mu?

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Son üç yıldır ekonomi büyüme halinde ama, bu, istihdam sevmeyen bir büyüme. Daha az işçi ve ücretle, çarkı döndürmeyi esas alan yoksullaştırıcı bir büyüme. Dolayısıyla 2000 sonrasının istihdam ve işsizlik problematiğinde bu yeni birikim modelinin ucuz emeğe dayanan karakteri belirleyici durumda.
       
İŞGÜCÜNÜ UCUZLATMAK
       2001 krizi sonrasının sermaye birikimi sürecinin odaklandığı nokta, emek süreci, işgücü maliyetleri. Alım gücü düşen iç pazarda yeniden yer bulabilmek, çetin bir pazar kavgası olan dış pazarlarda da rekabet gücü bulabilmek için, fiili üretimde işgücü payını en aza indirme, devlet üstünden de emek için yapılan bütçe harcamalarını en aza düşürme, sermayeye transfer, ana yönelim.
       Bunun için yapılanlar ise şöyle:
* Sanayi ve hizmetlerde, yedek sanayi ordusunun hızla büyümesinden de cesaret alınarak, birim üretimi, daha az işgücü ile gerçekleştirme, işgücünü eksiltme, çalışma saatlerini uzatma, eldeki işgücüne de daha az ücret ödeme,
* İşgücünün vergi ve sosyal güvenlik yüklerinden kurtulmak için kayıtsız, kaçak istihdama yönelme; olmadı, üretimi, bu imkanları sağlayan Bulgaristan, Suriye gibi çevre ülkelere taşıma,
* Belli bir pazar payını koruyabilmek ya da kapasitenin belli bir kısmını işler kılabilmek için gerekirse önceki kâr oranlarından feragat edip, daha düşük kâr oranlarına rıza gösterme,
* Vergi, sosyal güvenlik yükleri konusunda iktidarlardan yardım görme, kur ve faiz politikalarının sağladığı desteğin yanı sıra, bütçeden açık ya da örtülü başka teşvikler sağlama.
       Açıktır ki, yoğun emek sömürüsü üzerine inşa edilmiş böyle bir strateji, bütün AB’ye tam üyelik iddialarına karşın, AB’nin sosyal normlarına çok uzak bir görünüme sahip. Ekonomi genelinde açık işsizliği yüzde 10’un üzerine, kentlerde yüzde 17’ye sıçratan, kadın, genç, eğitimli nüfus işsizliğini hızla büyüten bu ‘büyüme modeli’, borçları çevirme iddiası ile kamu maliyesinde de emek aleyhtarı bir rota izliyor.
       Dolayısıyla, Türkiye kapitalizmi, sürdürülebilir ve istihdam yaratmayı vaadeden bir büyüme patikasında değil. Tersine, tamamen emek maliyetini en aza indirerek, kendine dünya pazarında şans bulmayı hedefleyen, bunun için, en ilkel çalışma yöntemlerini uygulayan, işgününü uzatan, demokratik hakları kısan, anti-sendikal bir tavrı olan yoksullaştırıcı bir büyüme modeli bu. Nitekim, ehven ve güvenilir bir büyüme, yatırım iklimine kavuşulamadığı, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarındaki kısırlıkta da kendini gösteriyor.
       Bütün bu kamusal hizmetin nicelik ve niteliğini budayan ‘mali disiplin’ uygulamalarının, bölüşümde uçurumun genişlemesine yol açan, işsizliği tırmandıran büyüme politikalarının karşısında, Türkiye kapitalizminin istikrarlı bir büyüme rotasına oturduğu da söylenemez.
       Yapıyı tehdit eden önemli kambur yine yüksek borç stoğu ve yüksek faiz seyridir.
       
CARİ AÇIK SORUNU
       Özellikle son dönemlere ait büyüme, büyük ölçüde sıcak para girişine dayalı ve ithalatı kışkırtan, dolayısıyla bir cari açığı, ardından da bir krizi davet etme potansiyeli taşıyan karakterdedir. 2002 yılının döviz açığını IMF kredileri, 2003 yılını sıcak para girişi ile atlatan Türkiye kapitalizmi, 2004’te ümidini, ucuzcu turizmin gelirlerine ve yine sıcak para girişlerine bağlamış görünüyor. Bu denklemin tutmaması halinde 2004 sonbaharında bir çalkalanma yine Türkiye’nin gündemine girebilecektir.
       Ekonomide yılın ikinci yarısında ısanmanın yerini soğumaya bırakması, büyüme temposunun düşmesi ile bir krize düşmekten kurtulma, ‘yılı kurtarmaya’ yarayacak ama ilerisi için bir gelişme ufku açmayacaktır. Türkiye kapitalizminin gelecekle ilgili odaklandığı tek umut, AB’den yıl sonunda bir müzakere tarihi alması ve içeriği ne olursa olsun, Birliğe atılacak bir çıpa ile AB doğrudan sermayesini Türkiye’ye çekebilmek, kreditörlerin nezdinde itibarını atırmak ve yeniden borçlanarak borç stokunu çevirebilmektir. Gelecek ile ilgili ikinci hedef ise, sona erecek IMF programının üç yıllığına yenilenmesi ve IMF’ye ödenecek kredilerin uzun vadeye yayılmasıdır.
       
NİTELİKSEL DEĞİŞİM
       Ancak hem AB ile hem de IMF ile ilgili beklentinin gerçekleşmesinin, Türkiye kapitalizminin yeni birikim modelinin karakterine yapacağı niteliksel bir değişim sözkonusu olmayacaktır. Türkiye kapitalizmi, nicedir, kendisine empoze edilmeye çalışılan ucuz emeğe dayalı mal ve hizmet üretiminde (gıda, tekstil, beyaz eşya, otomobil, turizm) uzmanlaşma ve küresel ekonomiye ucuz emek avantajı ile eklemlenme rolüne eninde sonunda teslim olmuştur. AB’nin doğrudan yabancı sermayesine, ucuz, örgütsüz ve yedeği bol emeği kullanmaları için davet çıkarmakta, ucuz emek avantajlı sektörlerde günü kurtarmaktan öte bir vizyonu bulunmamaktadır.
       AB sermayesi için, AB sosyal-sendikal normlarını taşımadan, sunulan böyle bir yatırım alanının cazibesi ise, bir ‘mukayeseli avantaj’ meselesidir. Çünkü, hem AB’ye yeni üye olmuş Doğu Avrupalı üyeler, hem de Türkiye gibi öteki aday ülkeler de, Türkiye benzeri fırsatlar sunmaktadır. Dolayısıya, tüm çırpınmalarına karşın, Türkiye kapitalizmi, bulunmaz hint kumaşı da değildir. AB, şimdi yeri geldiğinde bunu hatırlatmak, ama sunulan fırsatların en caziplerini de ıskalamamanın arayışında olacaktır. .
       Böyle olunca, Türkiye üstyapıda, AB normlarına uyum çabaları göstermiş, gerekli mevzuat değişikliklerine gitmiş görünen, ama altyapıda, ucuz, örgütsüz ve anti-sendikal bir emek düzenini kendine zemin yapmış bir ekonomik örgütlenmenin ucubeliğine sahip olacaktır.
       Bu, “altı kaval, üstü şişhane” uyumsuzluğunun belli gerilimleri davet etmesi, daha uzun süre yaşatması demektir.*
       
       

(*)Bu yazının genişletilmiş versiyonunu Birikim, Ağustos-Eylül 2004’ten, okuyabilirsiniz
 
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları