|
Yunanistan 17 Ağustos 1999 depremi sonrasında sıcak bir el uzatınca, medyamız kahpe Yunanın da sevilebileceğine dair bir işaret vermişti. Dışişleri Bakanı Papandreunun sıcak kişiliği de besledi bu sevilebilme kapasitesini. Papandreunun iki ülkenin katılaşmış ilişkilerini çözmek için yaptıkları ve bunları yapış tarzı, iki halkın arasındaki Ege Denizine kadar girmiş buzdağlarının eritilebileceğini gösterdi. Dışişleri Bakanı İsmail Cemle yaptıkları geziler, beraber katıldıkları programlar, teptikleri horonlar da etkili oldu bunda. Ama bu demek değil ki, sorunlar da buharlaştı, çözüldü ya da rafa kalktı. Kıbrıs da, deniziyle ve adalarıyla Egedeki sorunlar da duruyor. Yine de, bu sorunların çözümü için elverişli bir ortam yaratıldığı söylenebilir; en azından konuşulabilir vaziyete iki taraf da daha çok yaklaştı. Daha önce yaptıkları ne olursa olsun, bizim gazeteler Papandreuyu Batı Trakya Türkleriyle ilgili şu itirafları yüzünden bağrına bastı. Batı Trakyada Kaadiii-fedeeen keseee-siiii-iyle karşılanan Papandreu, Türk azınlığı yıllar boyunca mağdur ettiklerini itiraf etti. Papandreunun ders niteliğindeki sözleri övgüye değer: Farklılıklar bizim için tehdit değil, avantajdır... Azınlıklar bir ülkenin sınırlarını değiştirmek için tehdit unsuru değildir. Ülkeler kendi insanından korkmaz... (Korkmamalıdır, demek istiyor herhalde; yoksa, korkan birçok ülke biliyoruz, değil mi?) Seçimlerden sonra Batı Trakyada en küçük ayrım duygusunun ortadan kalkması için herşeyi yapmaya söz veriyorum... Bu sözleri 10 sene önce edebilecek bir politikacı yoktu Yunanistanda. O kadar geriye gitmeye bile gerek yok; kendisinden önceki Dışişleri Bakanı Teodoros Pangalosun akıldan mantıktan uzak, fanatik tutumunu hatırlamak yeter. (Ama işte o da, şimdi iktidarı bırakma olgunluğu gösteren Başbakan Simitis tarafından Abdullah Öcalan skandalı üzerine azledilmişti.) Görülüyor ki, bu olgunluk düzeyine gelmiş Yunanistan. Ya Türkiye? Başkalarının bizle ya da bize yakın şeylerle ilgili itirafları önemlidir tabii, ama itiraf, aslında, itiraf edenin kendisiyle ilgili bir şeydir. Yani Papandreu, bizi sevindirmek, haklılığımızı teslim etmek için itirafta bulunmadı. Yapmış oldukları haksızlığı kendi vicdanında artık açıklayamadığı için itiraf ediyor, bundan sonra o haksız uygulamalardan sakınmak için, katılarak ya da sessiz kalarak o haksızlığı paylaşan Yunan halkını vicdan muhasebesine davet etmek için ve bizi değil ama kendi halkını, yani Batı Trakya Türklerinin hayatını daha yaşanır ve kolay kılmak için. Dolayısıyla, buradan Türkiyeye en az bir soru çıkar: Biz de benzer bir olgunluk düzeyine geldik mi acaba? Bizim itiraf edecek hiçbir şeyimiz yok mu? Rumlarımızı, Kürtlerimizi, Ermenilerimizi, Süryanilerimizi ve tabii Türklerimizi de mağdur etmedik mi yıllar boyunca? Başkaları sevinsin, haklılıkları tescillensin diye değil de, kendimiz için itiraf edeceğimiz hiçbir şey yok mu? Kemikleşmiş sorunları çözmenin tek yolu budur. Aynı şey Kıbrıs meselesi için de geçerli. Annan planı iki tarafça kabul edilse de, iki halkın birarada yaşamasının önünde gündelik hayatın acı tecrübeleriyle, anılarıyla donanmış kişisel ve sosyal psikolojiler engeli var. Bu ortamda, suçu ötekine atarak kendi hatasından sıyrılma, sıyrıldıkça ötekinin suçlarının vicdana yer bırakmayacak ölçüde abartılması kaçınılmaz. Tarafların şimdiye kadar yaptığı gibi karşısındakine hatasını kabul ettirmek yerine, herkesin kendi suçlarının üzerine gitmesi, onu deşmesi, acıtması, dağlaması, tedavi etmesi bir çözüm olabilir. Hiç havaya bakıp ıslık çalmayalım, kabul edelim: Kendimizi sevmediğimiz için başkasını sevemiyoruz. Bütün şişinmemize, Çetin Altanın dediği gibi Türkün Türke propagandasına rağmen saklayamadığımız gerçek bu: Kendimizi sevmiyoruz. Ve acı konuşalım, evet, sevmemekte de haklıyız. Kendimizi sevebilecek duruma gelmeliyiz. Papandreunun Batı Trakyada attığı adımlar, işte bu sürecin yolunu açarsa gerçek bir barışa, kaynaşmaya ve çözüme ümit bağlayabiliriz. Dolayısıyla, bizim bakanlarımızın, başbakanımızın nereleri hangi adımlarla gezeceği, oralarda hangi kelimelerle konuşacağı önemli. Papandreu, birbirlerine ilk adlarıyla hitap ettikleri arkadaşı İsmail (Cem) ile 23 Haziran 2001de Ege kıyılarının bir o yanına bir bu yanına çıktıkları bir gezilerinde Sisam adasına uğradıklarında, babasının anısına zeybekiko oynadı. Medyamız, komşumuzu ve kendimizi ne kadar tanıdığımızı gayet iyi gösterir biçimde, Yorgonun ne kadar güzel sirtaki yaptığını ballandıra ballandıra anlatıp durdu. NTV Atina muhabiri olan arkadaşım Yorgoya (Kırbaki) sordum Papandreu iyi mi oynuyor diye. Abi, önce şunu bir düzeltelim, Papandreunun o oynadığı sirtaki değil, zeybekiko. Bizim zeybek düpedüz. Güzel mi oynuyor? Fena değil, ama biraz hanım işi... Yani daha ağır olmalı. Öyle ayağını bir kaldırdın mı, üç dakikada indirmelisin. Zeybeki düşün işte cevabını aldım. Güzide Türk medyası kendinden geçmiş olduğu için bin yıldır Anadoluda da oynanan zeybeki biraz da samimiyet buhranıyla olsa gerek sirtaki sanmış. Komşuyu sevmeye karar verdi ya o an için... Ama bu güzide medyanın hiçbir organı, Bizim bakanlarımız neden hiç halk oyunu oynamaz diye sormayı da düşünmemiş. Çaydaçıra ya da atabarı ya da zeybek... Papandreu, iki ülke arasındaki dostluk ortamının bir an önce oluşması için aceleci belki. Olsun varsın... Biz de bir öğrensek kendi danslarımızı da oynamaya başlasak; Papandreu kadar hızlı olmasa da olur... İş bir tek tempoyu ayarlamaya kalsa... | ||||
Ergenekonda 16 kişi daha gözaltında | |||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||