Home page
Haber Menüsü


“Soğuk savaşın kalıntıları radikal İslam terörünü besliyor”
İstanbul’da ardarda gerçekleşen saldırılar, terörün acımasızlığını bir kez daha gözler önüne serdi ve her an her yerde yanımızda dolaşabildiğini gösterdi.
NTV-MSNBC
    1 Aralık 2003—  11 Eylül’le birlikte tüm dünyanın yüzyüze kaldığı bu olgunun nedenlerini, nasıl küreselleştiğini ve Türkiye’yi ne şekilde etkilediğini yazar Prof. Emre Kongar ile konuştuk.  

   
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Defne Sarısoy: 11 Eylül öncesinde ABD ve Batı’nın bakış açısıyla, terör bir anlamda yalnızca Üçüncü Dünya ülkelerini tehdit eden bir olguydu. Ancak 11 Eylül’le birlikte terörün dünyanın her yerine yönelen bir tehdit olduğu gerçeğiyle yüzyüze kalındı. Öncelikle 11 Eylül’ü hazırlayan sebeplerden başlayalım. 11 Eylül neyin yansımasıydı?


Defne Sarısoy'a mail atmak için resmin üzerine tıklayın.
       Emre Kongar: Şimdi 11 Eylül’ün arkasında üç ayrı oluşum var. Bunların üçünü de ayrı ayrı görmeden, 11 Eylül’ü anlamak olanaksız.
       Birinci olarak; 11 Eylül teröristlerini üreten oluşum, soğuk savaştır. Usame Bin Ladin veya El Kaide soğuk savaş döneminde ABD’nin Sovyetler Birliği’ne karşı ürettiği bir kişi ve bir örgüttür. Nitekim, soğuk savaş dinamiklerinde Usame Bin Ladin İslam mücahidi, El Kaide bir İslam savaş örgütüydü ve bunlar Afganistan’da CIA’in desteğiyle, o kadar başarılı oldular ki, Afganistan’ı işgal eden Sovyetler Birliği’ni yendiler ve Afganistan’ı “komünizmden” kurtardılar. Dolayısıyla birinci oluşum, soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği’ne karşı savaşmak üzere üretilmiş olan İslam mücahitlerinin 90’larda başıboş kalmasıdır. Bir anlamda, 11 Eylül terörünü yapanları, Amerika’yı vuranları, Amerika kendisi üretmiştir. Sovyetler Birliği çökünce, küreselleşme başlayınca, bu İslami savaş örgütleri terör örgütlerine dönüştüler.
11 Eylül terörünü yapanları, Amerika’yı vuranları, Amerika kendisi üretmiştir. Sovyetler Birliği çökünce, küreselleşme başlayınca, bu İslami savaş örgütleri terör örgütlerine dönüştüler.

       İkinci oluşum, Ortadoğu anlaşmazlığıdır; 1948’de İsrail’in Filistinliler’in toprakları üzerinde kurulması ve önemli ölçüde Filistinli’nin yurdundan edilmesi ve o sorunun hala çözülmemiş olması. Ortadoğu’daki Arap - İsrail anlaşmazlığı sürdüğü sürece, terörün ideolojik nedenlerini ortadan kaldırmak pek olanaklı görünmüyor.
       Üçüncüsü; çok daha ilginç ve çok daha belirsizlik arzeden ise soğuk savaş sonrasında, Batılı bazı düşünürlerin, özellikle Amerika’nın gevşememesi için yeni bir düşman arayışına girmeleri. İşte o düşman İslam olarak ilan edildi. Bir anlamda, İslam ile girişilen “uygarlıklar savaşı” adı altında ve Batı’nın karşısına çıkan Sovyetler Birliği yerine, yeni bir düşman, yeni bir hedef üretildi. Bu üçüncü öge, yani İslam dünyasının ABD’nin karşısına bir düşman olarak ısıtılması, Sovyetler çöktükten sonra başıboş kalan İslam mücahitleri ve radikal siyasi İslam’ın da çok hoşuna gitti. Bu çift taraflı çalışan bir teori oldu. Bir yanda Batı için yeni bir düşman üretilirken, bir yanda da İslam’a “Batı senin düşmanındır” denildi. Amerikalı düşünür Samuel Huntington ki kanaatimce son derece faşist yaklaşımlı bir kişidir, İslam toplumlarına hitaben diyor ki “Kadın hakları, insan hakları gibi değerler emperyalist değerlerdir, sizin bunlara inanmanıza gerek yok”.
       
       Defne Sarısoy: Ne yaparsanız yapın batılı olamazsınız demek istiyor.

       Emre Kongar: Evet “olamazsınız” diye açıkça söylüyor. Huntington’a göre; Batı tektir, biriciktir, ulaşılmazdır. Bundan dolayı Huntington gibileri büyük birer Türkiye düşmanlarıdırlar ve tabii büyük bir Atatürk düşmanı. ‘Clash of Civilizations’ kitabında Atatürk’e ve Türkiye’ye önemli bölümler ayırmış ve çok ciddi olarak Atatürk’ün vizyonunu ve mirasını yok saymaya çalışıyor. Teorileri Türkiye deneyiminin başarısız olmasına dayalı ya da diğer bir deyişle Türkiye Cumhuriyeti’nin laik ve demokratik bir İslam ülkesi olarak varlığı, şu anda adamın bütün teorilerini yok ediyor. İslam uygarlığından Batı uygarlığına geçmiş, laik ve demokratik bir Müslüman ülke olarak, Türkiye Huntington tezlerinin yanlışlanmasının somut bir örneği. Dolayısıyla, Türkiye’ye ve bu ülkenin kurucusu Atatürk’e çok kızıyor Huntington. O açıdan diyor ki: “Türkiye, Sovyetler Birliği çöktükten sonra Rusya’nın Lenin’i yoksaymasından daha şiddetle Atatürk’ü yadsıyacak bir lider bulmadıkça ve tamamen Atatürk ilkelerini geri çevirmedikçe, düzelmez”. Böyle inanılmaz bir tezi var.
       Tekrar başa dönmek gerekirse; birinci mesele Soğuk Savaş döneminde teknolojik destek, bilgi, silah teknolojisi gibi tüm harcanan paraların Sovyetler Birliği’ne karşı bunların üretilmiş olması; ikinci mesele, Arap-İsrail anlaşmazlığı. Üçüncü mesele de, sanal bir “medeniyetler çatışması” adı altında her iki tarafın radikallerinin ve bağnaz düşünürlerinin din tabanlı ideolojilere veya akımlara entellektüel sempati ve destekleri.
       
       Defne Sarısoy: ABD’nin ve Batı’nın hedeflediği sosyo-ekonomik ve politik globalleşme gerçekleşemedi. Ancak, onun yerine terörizmin globalleştiğini söyleyebilir miyiz?
       
Emre Kongar: Tabii kesinlikle. Aslında Batı’nın veya Amerika’nın istediği anlamda da globalleşme gerçekleşti sayılır. Tek pazar içerisinde bütünleşme, özel teşebbüsün, sermayenin serbest dolaşımı, ABD’nin liderliği falan gibi bakıldığı zaman “küreselleşme”nin, Batı’nın veya Amerika’nın istediği anlamda gelişmekte olduğu söylenebilir. Fakat ülkemizde maalesef bazı arkadaşlarımız tekdüze düşünüyorlar. Uluslararası ilişkiler öyle tek çizgide olmaz, diyalektik olur, tez anti-tezi doğurur. Bir eylemin karşıt eylemi de gelir. Küreselleşme geliştikçe, kendi karşıtını da geliştiriyor.
Küreselleşme olgusuyla birlikte dünyada hem bireysel terörün, hem de devlet terörünün küreselleştiğini çok net olarak görüyoruz, bu birbirinden ayırt edilemez ve kaçınılmaz bir süreç.

       Bunun en tipik örneği Davos-New York toplantılarına karşı Brezilya’da yapılan Porto Allegre toplantıları. Davos ve New York’ta ekonomik küreselleşme konuşulurken, Porto Allegre’de sosyal küreselleşme, küreselleşmenin getirdiği sosyal sıkıntılar, eşitsizlikler, fakirlikler görüşülüyordu. Çok kişi buna küreselleşmenin başarısızlığı diyebilir, değil, ekonomik küreselleşmenin başarısızlığı sosyal küreselleşmeyi getiriyor. Porto Allegre’de Davos’takinden çok daha fazla örgüt, insan ve lider vardı. Terör için de öyle, terör küreselleşmenin kaçınılmaz bir parçası olarak ortaya çıkıyor. Çünkü küreselleşmenin lideri durumundaki Amerika dahi bu terörü bir noktada kullanıyor. Hem kendi global politikasının devamı için teröristleri kullanıyor, hem de yeni küresel dönemde dünya egemenliğini pekiştirmek için kendisi de bir anlamda terör yapıyor. Irak’ın tepesine bomba yağdırmanın terörden ne farkı var? Küreselleşme, terörü küreselleştiriyor.


       Bir; devletler dışında görülen, ancak yine devletlerin desteğini alan İslam radikalizmi, İslam terörü küreselleşiyor. İki; bunu kullanan Amerika kendi gücünü , üstelik de bir devlet terörü olarak küreselleştiriyor. Dolayısıyla, küreselleşme olgusuyla birlikte dünyada hem bireysel terörün, hem de devlet terörünün küreselleştiğini çok net olarak görüyoruz, bu birbirinden ayırt edilemez ve kaçınılmaz bir süreç.
       
       Defne Sarısoy: Teröre karşı oluşan hassasiyetin de bir başka aşırı uç oluşturduğunu görüyoruz. Bunun en çarpıcı örneği dediğiniz gibi ABD’nin terörü bahane ederek Irak’ı işgal etmesi. Bu tür örneklerin çoğalması, dünyayı nereye götürür?
İslam uygarlığından Batı uygarlığına geçmiş, laik ve demokratik bir Müslüman ülke olarak, Türkiye Huntington tezlerinin yanlışlanmasının somut bir örneği.

       Emre Kongar: Dünya sanıldığı gibi başıboş değil, belli düzenlemelerle ilerliyor. Küreselleşme dediğimiz Amerika’nın siyasi liderliği, uluslararası sermayenin egemenliği ve hem mikro dincilik gibi yerel kültürlerin ulus devletleri kesmesi, hem de bir pazar kültürü içerisinde markaların ve şirketlerin dünya kültürlerini değiştirmesi. Bunlar küreselleşmenin siyasal, ekonomik ve kültürel ayakları. Küreselleşme başıboş ve nereye gideceği belli olmayan bir olgu değil; ABD küreselleşmeyi siyasi olarak yönlendiriyor. Ekonomik olarak da çokuluslu şirketler ve uluslararası sermaye piyasaları, küreselleşmeyi ekonomik olarak yönlendiriyorlar. Küreselleşmenin üçüncü ayağı ise kültür ve ideoloji, bunun içinde yerel kültürler ve pazar ekonomisi var.
       
ABD’NİN HEDEFLERİ
       Baktığınız zaman çok net olarak şunu görüyorsunuz; yeni dünya düzeninde ABD, coğrafi ve stratejik olarak belli noktalara yerleşiyor. Birinci nokta Orta Asya’ydı. Orta Asya’nın önemi şu: Hem Çin’e komşu olması, hem de petrol yataklarını kontrol eden bir bölge olması. Afganistan’a yerleşti.
Baktığınız zaman çok net olarak şunu görüyorsunuz; yeni dünya düzeninde ABD, coğrafi ve stratejik olarak belli noktalara yerleşiyor. Birinci nokta Orta Asya’ydı. İkinci alan ise Ortadoğu. Üçüncü olarak da; Çin’i kontrol etmek için Kuzey Kore’ye gidecek.

       İkinci alan ise Ortadoğu. Şimdi üçüncü olarak da Çin’i kontrol etmek için Kuzey Kore’ye gidecek. Bahane olarak da Kuzey Kore’nin nükleer silah programını kullanacak. Şimdilik bu konuda pek ses çıkmıyor, ama önümüzdeki 3-5 yıl, veya 5-10 yıl içinde mutlaka olacaktır.
       Soğuk Savaş’ın lideri konumunda olan Amerika, yeni dünya düzeninde de liderliğini korumak istiyor. İngiliz imparatorluğunun çöküşüne bakarsak, (Birinci Dünya Savaşı sonrası İngiltere imparatorluğu çökmeye başlamıştır ve İkinci Dünya Savaşı onu tamamen bitirmiştir) sömürgeciliğin bitmesi ve ulusların egemenliklerini kazanması gibi oluşumların İngiltere’yi süpürdüğünü görürüz. 1945’te Amerika yeni bir düzenin lideri olarak ortaya çıktı. Sovyetler yıkıldıktan sonra yepyeni bir dünya oluşuyor, Avrupa Birliği ortaya çıkıyor. Çin uyanıyor, Hindistan da belli bir güç sayılabilir. Dolayısıyla Amerika bütün bu oluşumları dikkate alarak, bu yeni gelen dönemde kendi liderliğini sürdürmek için belli askeri, stratejik, teknolojik ve ekonomik önlemler alıyor.
       
İKİ TARİHSEL DEVRİM
       Dünyada iki tarihsel devrim var; birincisi tarım devrimi. İnsanlar yerleşik düzene geçiyor, tek tanrılı dinler geliyor. Ülkeler din-tarım imparatorlukları halinde örgütleniyorlar, Roma, Osmanlı gibi. Toplum toprak ağaları ve din adamlarının yönettiği köle-köylülerden oluşuyor. İlk küreselleşme bu. Toprak değer kazanıyor, savaşlar toprak için yapılıyor.
       İkinci küreselleşme ise endüstri devrimi. Tek tanrılı dinlerin üzerine milliyetçilik geliyor. Din-tarım imparatorlukları çözülüyor, yerine ulus devletler geliyor. Din adamları ve toprak ağalarının yönetimi yerine sermayenin gücü geliyor, köle-köylü topraktan kurtuluyor, bağımsız özgür işçi, kentli, memur oluyor. Yöneticiler seçimle gelmeye başlıyor. Milliyetçilik ulus-devleti yaratıyor. Endüstri devrimi de ikinci küreselleşme.
       Günümüzde üçüncü devrimi yaşıyoruz, buna “iletişim-bilişim devrimi” de diyebiliriz. Bilgisayar ile mobil telefonun ortaklığının getirdiği bir küreselleşme. İnsanlar mekanlardan “bağımsız”laşıyor, dünya değişiyor, aşk değişiyor, sanal aşıklar ortaya çıkıyor.


       Tarım devrimi din-tarım imparatorluklarını ve tek tanrılı dinleri getirdi. Endüstri devrimi ulus-devletleri ve milliyetçiliği getirdi ve en sonunda demokrasiyi getirdi. İçinde yaşadığımız iletişim ve bilişim devrimi de yeni bir şeyler getirecek. ABD bu değişen dünya üzerindeki egemenliğini sürdürmek için biraz da telaşla harekete geçiyor.
       
SOĞUK SAVAŞIN KALINTILARI
       Birçok önemli sorun var. Endüstri devriminden iletişim bilişim devrimine geçerken yaşanmış olan soğuk savaş henüz yeni bittiği için, soğuk savaşın kalıntıları bu yeni döneme geçişte problemler çıkarıyor. İşte El Kaide, işte Usame Bin Ladin, işte Türkiye’deki türban sorunu. Bunlar hep soğuk savaşta, Sovyetler Birliği’ne karşı geliştirilen anti-komünist politikaların sonuçları. Türkiye’de de türban sorunu tamamen soğuk savaş sırasındaki anti-komünizmin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır; Osmanlı’dan devralınan bir sorun değildir. Ama Sovyetler çöktü, bizimkiler hala anti-komünist İslamcı görüşte açılan imam hatip okullarında devam ediyorlar, türban sorununu getiriyorlar. El Kaide, Usame Bin Ladin de çağın gerisinde kalmış bir sorundur, ama bütün insanlığı tehdit ediyor. Soğuk Savaş’ın kalıntıları bu radikal İslam terörünü besliyor.
       
       Defne Sarısoy: 11 Eylül’den sonra birçok tez ortaya atıldı ama en çok ses getireni galiba Huntington’ın tezi oldu. Biraz daha açmak gerekirse bu tezi ve Huntington’ın savunduğu düşünceyi , şu anda bir “medeniyetler çatışması”ndan söz etmek mümkün mü?
       Emre Kongar: Huntington medeniyetlerin birbirlerinden çok farklı, çok ayrı, adeta su geçirmez kompartmanlarla ayrı ve birbirleriyle benzeşemez olduklarını iddia ediyor. Hatası şu: “Kuzey Amerika , Batı Avrupa ve Avusturalya Batı medeniyetidir, başka hiçbir medeniyet bunlara benzeyemez” demesi. Katolikleri, örneğin Güney Amerika’yı, Ortadoksları, Yunanlılar’ı ve Ruslar’ı bir kalemde harcaması ve Batı’ya dahil etmemesi ise cabası. Bu arada Osmanlılar’ı falan hemen ayırıyor ve kendisi de zaten olmayacağını bile bile “Ey Müslümanlar, siz kendi değerlerinizde kalın” diyor. Örneğin “Kadın kapalı olsun, iki kadın bir erkeğe eşit olsun” gibi. “İnsan hakları gibi değerler emperyalist empozelerdir”diyor. Bu kanımca gayet mantıksız bir tez.
Ortadoğu’daki Arap – İsrail anlaşmazlığı sürdüğü sürece, terörün ideolojik nedenlerini ortadan kaldırmak pek olanaklı görünmüyor.

       Eğer dinler arası bir fark varsa, o dinlerden kaynaklanmıyor. Osmanlı İmparatorluğu geri kalmış olduğu için, endüstrileşme devrimini kaçırmış olduğu için İslam dünyası geri kaldı. İslam kendi özünde gerici bir din değildir. İslam dünyasında Osmanlı İmparatorluğu eğer endüstrileşmeyi kaçırmamış olsaydı ve yeterince endüstrileşmiş olsaydı, Müslümanlıkla Hıristiyanlık arasında hemen hemen hiçbir fark kalmazdı ki zaten başta da yoktur. Sonuçta, her ikisinde de baş örtüsü gereklidir, her ikisinde de kadın günahkardır, her iki dinde de faiz haramdır gibi. Batı endüstrileşmeyi yaşamış ve Hıristiyanlık da toplumla birlikte gelişmesini sürdürmüştür. İslamda bu olmamış, onun için hala feodal dönem değerleri devam ediyor.
       Fark buradan kaynaklanıyor. Yoksa uygarlıklar arasında böyle din farklarından kaynaklanan, adeta genetik farklardan kaynaklanır gibi algılanan bir düşmanlık yok, bir ayrım da yok.
       İki grubun radikalleri, Huntington tezini istismar ediyorlar. Bir; radikal İslamcılar Batı’yı suçluyorlar. İki; Amerika değişen dünya üzerindeki egemenliğini şiddet yoluyla sürdürmenin peşinde “medeniyetler çatışması”nı istismar ediyor.Bu sosyal psikolojide tipik bir durumdur. Her iki tarafın aşırıları ve şiddet yanlıları birbirlerini besleyerek yaşamlarını sürdürüyorlar. El Kaide Bush’u destekliyor ve besliyor, Bush El Kaide’yi besliyor.
       
       Defne Sarısoy: Türkiye bugüne kadar terörle tek başına mücadele etmek zorunda kaldı ama 11 Eylül’den sonra teröre karşı bir işbirliği oluştu. Türkiye’nin ne gibi faydaları olacak, Türkiye bundan nasıl etkilenecek? Türkiye’nin yalnızlığı bitti mi?
       Emre Kongar: “Her felaketten bir nimet doğar” diye bir atasözü vardır. Türkiye de bu felaketten bazı yararlar sağlayabilir. Tarihsel perspektifle baktığınızda, iki sinagogun bombalanması, aslında Türkiye’nin muhatap olduğu beşinci terör dalgası. İlk terör dalgası; Ermeni teröristlerin başlattığı, 60’larda başlayan, 70’lerde tırmanan terör dalgası.
       İkinci terör dalgası; 70’li yıllarda Türkiye’yi pençesine alan sol-sağ çatışmasıydı. Tamamen bir soğuk savaş ürünüydü. Bir yanda kendilerine “devrimci” diyen solcu teröristler, bir yandan da kendilerine “ülkücü” diyen sağcı teröristler, Türkiye’deki rejim kavgasını ortaya koydular. Teröristler kendilerine böyle yüce isimler koymayı severler, devrimcilik veya ülkücülük gibi. Aslında hepsi katil.


       Üçüncü terör dalgası da; 80’lerdeki ayrılıkçı etnik, PKK terörü dediğimiz terör. Bu sorun da çözüldü. Dördüncü olarak, 90’lı yılların içinde başlayan İslamcı terör var. Bu daha çok bireysel terördü, Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, tek tek laik ve demokratik düzene inanan insanları yok edip, Türkiye’yi İslam alemine çekmek üzere beslenen bir terördü ki bu komşularımız tarafından desteklendi.
       Türkiye teröre karşı savaşında şimdiye kadar çok yalnızdı.
       Bütün terör dalgalarında uluslararası bağlantıları görüyoruz, Ermeni terörü tamamen uluslararası terördü. Sol-sağ terörü , soğuk savaş içindeki tarafların desteklediği bir terördü. Üçüncü terör dalgası etnik ayrılıkçı terör, doğrudan doğruya komşularca desteklendi. İngilizler Kerkük ve Musul’u alabilmek için Kürtleri kullandı, sonra Amerika bu teröre yumuşak baktı. Neyse o ayrılıkçı terör de bitti. Sonra İslamcı terör, o da İran başta olmak kaydıyla komşu ülkelerden destek alan bir terördü. O daha tam bitmedi ve bu son beşinci terör dalgasına dönüştü.
       
BEŞİNCİ TERÖR DALGASI
       Beşinci terör dalgası, bu bağlamda, El Kaide örgütüdür. El Kaide, şemsiyesi altında pek çok alt-örgütün, başka uluslararası desteklerin olduğu küresel bir güç. Beşinci terör dalgası, Türkiye’nin boğuşmakta olduğu etnik ve radikal İslamcı terörün dünyanın da başına bela olabileceğini gösterdi. Terörü destekleyen devletler birden bire bu terörün kendilerine de bir tehdit oluşturduğunu gördüler. O açıdan, Türkiye’nin teröre karşı savaşında yalnızlığının biteceğini umut edebiliriz.
Her iki tarafın aşırıları ve şiddet yanlıları birbirlerini besleyerek yaşamlarını sürdürüyorlar. El Kaide Bush’u destekliyor ve besliyor, Bush El Kaide’yi besliyor.

       Gelişme aşamaları açısından, maalesef tarım devrimi aşamasında kalmış olan İslam aleminin bu terörün kaynaklarından biri olduğu görüldüğü takdirde, sorunun sosyo-ekonomik gelişmeyle çözülebileceği, tarım aşamasından endüstri aşamasına, diktatörlük aşamasından demokrasi aşamasına, şeriatcılık aşamasından demokrasi aşamasına, laiklik aşamasına geçileceği ve Türkiye’nin bunları başarmış bir ülke olduğu dünya tarafından itibarla kabul edilebilir. Bu belki El Kaide saldırılarının bir ikinci yararı olarak ortaya çıkıyor.
       Üçüncü olarak da; içinde bulunduğu coğrafya dolayısıyla, Arap-İsrail anlaşmazlığının çözümünde Türkiye belki olumlu ve belirleyici bir rol oynayabilir. Ama onun için Türkiye’deki yöneticilerin bu perspektif ve vizyona sahip olmaları lazım. Ben şimdilik bunu onlarda görmüyorum. Ama saldırıların böyle açılımları olabilir diyebiliriz.
       
       Defne Sarısoy: Geçtiğimiz günlerde yaşanan saldırılara gelirsek, özellikle sinagoglara yapılan saldırılar dünyada giderek artan anti-semitizmin bir yansıması mı? Yoksa Türkiye’nin Ortadoğu politikalarına yönelik bir tepki mi?
       Emre Kongar: Ne sadece Türkiye’nin Ortadoğu politikası, ne sadece anti-semitizm. Başta da söylediğim gibi bunun esas kaynağı, Arap-İsrail savaşı. Arap - İsrail savaşı olmasaydı, bu terör bu boyutlara varmazdı, bu bir. İkinci bir neden daha var; terör örgütleri üretilmiş örgütlerdir ve şu anda çok güçlü olarak ortadalar. Bunları üreten de Amerika Birleşik Devletleri. Sovyetler Birliği’ne karşı örgütleri ürettiler, güçlendirdiler ve Sovyetler Birliği çökünce o örgütler bütün güçleri ve silahlarıyla ortada işlevsiz kaldılar. Demek ki, Arap-İsrail savaşı buna bir neden, ama bunun bir de lojistik desteği var.


       Bu ikisi birleşince, bu örgütler Arap-İsrail savaşını bahane ederek, İslami radikal terör örgütü haline dönüştüler. Bunun esas kaynağı da; İslam dünyasının yeterince gelişmemiş, demokratikleşmemiş, endüstrileşmemiş olmasındır.
       Dolayısıyla Türkiye’deki bu iki sinagogun bombalanmasını bence sadece bir anti-semitizme, sadece Türkiye’nin Ortadoğu politikasına bağlamak son derece kısır bir görüştür. Olay demin de dediğim gibi İslam dünyasının gelişmemiş olmasından, Ortadoğu savaşının varlığından ve terör örgütlerinin kurulu ve güçlü olarak varlıklarını devam ettirmesinden kaynaklanıyor.
       Niye Türkiye’yi de vurdu? Her yeri vurdu, Türkiye özel bir ülke değil, Bali’yi de vurdu, Amerika’yı vurdu. Türkiye’yi de vuruyor. Afganistan ve Irak’ta da Amerika buna karşılık verdi ve bir terörün küreselleşmesini yaşıyoruz şimdi. Türkiye de onun içinden kendine düşen payı alıyor. Bunu böyle çok yakın nedenlerle, Amerika’nın isteğiyle Irak’a asker yolladık yollamadık gibi noktalara bağlamanın kısır bir bakış açısı olduğunu düşünüyorum.


       Defne Sarısoy: Terörle baş etmenin yolları neler? Küresel terörün önüne nasıl geçilecek?
       Emre Kongar: Bir; şiddet ortaya çıktığı zaman buna karşı güvenlik önlemleri alacaksınız. Şiddete sadece barışçılıkla ya da uysal tavırla karşı konulmaz. Şiddet kullanmayanları şiddet kullananlar öldürüyorlar, tek tek veya ülke olarak. Dolayısıyla teröre karşı bir defa güvenlik önlemleri alınacak. İkincisi; Arap-İsrail anlaşmazlığı çözülecek. İslam dünyası tarım aşamasından endüstri aşamasına geçmeli. Bunun başka yolu yok. Demokrasinin gelişmesi, insan haklarının gelişmesi, bunun için endüstrileşmenin oluşması, bunun için de İslam dünyasının geri kalmışlıktan kurtulması lazım.
       
 
       
    TOP5 Ergenekon’da 16 kişi daha gözaltında  
     
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları