|
Savaş çıktı! Savaş çıktı! Ah Tanrının meleği, Sen bir şeyler söyle duyayım! Ne yazık ki savaş çıktı -ve tek dileğim: Nedeni ben olmayayım! Uyarısı hiç bir işe yaramadığından, güncelliğini bir türlü kaybetmeyen bu şiirin ilk kıtasına birçok ünlem işareti destek olmuş. Onca savaşı ardında bırakmış ve hâlâ ayakta kalmış olduğundan, onu kendi uyarımın başına oturttum -Sen bir şeyler söyle duyayım!- araya sokuşturulmuş bir kaç laf, bir müdahele, ama korkarım, pek kulak asan olmayacak. Savaş tehdidi var. Bir kez daha savaş tehdidi var. Yoksa yalnızca savaş çıkmasın diye mi savaş tehdidinde bulunuluyor? Şu kısıtlayıcı yalnızca sözcüğü acaba, haftalardır Arap Yarımadasında ve Kızıldenizde sahnelenen ve medyayı askeri üstünlük imajlarıyla besleyen Kuzey Amerikalı ve İngiliz birlikleriyle filolarının yığılmasının -dünyada iktidarda olan iki düzine diktatörden biri sürgüne gittiği veya tercihen öldüğü takdirde- yalnızca barışı sağlayan bir güç gösterisi olarak kalacağı ve son anda durdurulacağı anlamına mı geliyor? Pek öyle görünmüyor. Tehdidi altında yaşadığımız bu savaş istenmektedir. Planlayanların kafasında, bütün kıtaların borsalarında, tarihi önceden belirlenen televizyon programlarında başladı bile. Nişan alınacak nesne olarak düşmanımız tanındı, isimlendirildi ve yedekteki başka tanınmayı ve isimlendirilmeyi bekleyen düşmanlarla beraber, bütün çekinceleri silip atan bir tehlikenin menşei olarak çok da işe yaradı. Eğer düşmanımız yoksa nasıl icat edebileceğimizi iyi biliyoruz. İyi bildiğimiz bir başka şey, savaşın o hedefi tam isabet ıskalayan, imajlara batırılmış oyun tarzı. Kaçınılmaz zararları ve insan kayıplarını hangi sözcüklerle ifade edeceğimizi de artık ezberledik. Alıştığımız bir başka şey, sadece egemen gücün görece az sayıdaki ölülerini sayıp onlar için yas tutmaktır; bütün kadınları ve çocuklarıyla birlikte ölü düşmanlarımızın kütlesini saymadan bırakmaya, onlar uğruna yas tutmanın değmeyeceğine de alıştık. Artık olayın tekrarlanmasını bekliyoruz yalnızca... Bu kez yeni füze sistemlerinin, hedefi daha da isabetli ıskalayacağı söyleniyor. Resim seçiminden çok aşina olduğumuz bir savaş tehdidi ile karşı karşıyayız. Dehşetin ayrıntılarından arındırılmış o imaj selini iyi tanıyoruz; yayın hakları da zaten o çok iyi bildiğimiz, ismi üç harfle kısaltılan televizyon şirketine verilmiş olduğu için, savaşın yalnızca barışçı tüketicilere yönelik reklam spotlarıyla kesintiye uğrayarak, bir Brezilya dizisi gibi ekranımızda sürüp gitmesini bekliyoruz. Şu anda arka planda gördüğümüz ise olsa olsa, başlayıp ama hâlâ gelen bu savaşa kimin bağıra çağıra, kimin ise gönülsüzce katıldığı; kimin ise savaşmaktan zorla vazgeçtirilen -en azından öyle olması gereken- Almanlar gibi, bu savaşa yalnız birazcık katılabildiğidir. Sadece tehdit ediyormuş gibi görünen bu savaş kime karşıdır? Diyorlar ki: Korkunç bir diktatöre karşı. Ama başka diktatörler gibi Saddam Hüseyin de eskiden o demokratik dünya gücünün ve müttefiklerinin silah arkadaşıydı. Irak, efendileri adına -ve Batı tarafından iyice silahlandırılarak- İrana karşı sekiz yıl boyunca savaştı, çünkü diktatörün komşu ülkesinde o zamanlar bir numaralı düşman sayılan başka bir diktatör hüküm sürmekteydi. Ama, diye devam ediyorlar, Saddam Hüseyinin elinde - kanıtlanmamış olsa da - artık kitle imha silahları var. Bunu elinde -hemen kanıtlanabilecek şekilde- kitle imha silahları bulunduran Batı söylüyor. Bir de söz veriyorlar: Diktatör ve sistemi yenildikten sonra Irakta demokrasi kurulacakmış. Ama diktatöre komşu olan ve Batıyla müttefik olup ona askeri yığınak yapmasi için topraklarını açan ülkeler, Suudi Arabistan ve Kuveyt de diktatörce yönetilmekteler. Yoksa gelecekte demokrasiyi getirecek yeni savaşların hedefi bu ülkeler mi olacak? Biliyorum, bu sorular gereksiz; dünya gücü burnu büyüklüğü ile her soruya bir yanıt bulmaktadır. Ama herkes bilebiliyor veya sezebiliyor ki, asıl mesele petroldür. Daha kesin bir dille söyleyelim: Mesele yine petroldür. Son kalan dünya devletinin ve müttefikler korosunun çıkarlarını gizlemek için çağırdıkları iki yüzlü hayaletler artık zamanla o kadar pörsüdüler ki, hegemonyanın iskeleti olanca çıplaklığıyla ortada; bütün riyasi içinde utanmadan ve en tehlikeli haliyle orta yerimizde salınıyor. ABDnin şu anki başkanı bu tehlikenin ifadesi. Birleşmiş Milletlerin, Amerika Birleşik Devletlerinin yumruk gibi sıkılmış bu iktidar hırsına karşı koyacak gücü gösterip gösteremeyeceğini bilmiyorum. Tecrübem diyor ki, bu bilinçli çıkartılan savaşı aynı saikle çıkartılacak başka savaşlar izleyecektir. Ülkemin yurttaşlarının ve hükümetinin, yani biz Almanların, kendi çıkardıkları savaşlardan yeterince ders aldıklarını ve bu nedenle savaş adı verilen bu sürgit çılgınlığa Hayır diyebileceklerini kanıtlamalarını umuyorum. Ne yapardım uykumda kederle Ve kanlar içinde, bembeyaz soluk bir benizle Katledilenlerin ruhları düşün ki birden ağlıyor önümde, O zaman ne yapardım ben, ne? Matthias Claudiusun Savaş Şarkısının ikinci kıtası bu soruyu soruyor. Kendi savaşlarımıza ve onların katledilmişlerine geri baktığımızda bugüne kadar geçerli cevap veremediğimiz bir soru. O uzaktaki, bizi çıkmakla tehdit eden savaş, zaten başlamış olan ve aslında hiç bitmemiş olan savaş da aynı soruyu yöneltiyor bizlere. Ne yazık ki savaş çıktı -ve tek dileğim: Nedeni ben olmayayım! Günter Grassın Alman Haber Ajansı için yazdığı makaleyi çeviren: Dilek Zaptçıoğlu | ||||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||