|
1 Ekim Sonunda, Bush ve Blair ikilisinin demokrasi anlayışları, iyiden iyiye şekillenmeye başladı. Birincisi, yani dünyanın tek süper gücünün tek süper lideri, tüm dünya karşı da olsa Saddama saldıracağım ve Irak rejimini değiştireceğim diyerek meydan okumaktan geri durmuyor. Ekürisi, Britanya lideri de, ülkesindeki savaş karşıtı yoğun muhalefeti, Siz bilmiyorsunuz, benim bir bildiğim var. Halkım mı, Bush mu? diye bir seçim yapmam gerekirse, Bushun yanında olacağım, diye açık açık söyledi. Kamuoyu yüzde 80 oranında BMyi sollayarak eyleme geçmeye karşı. İşçi Partisi karşı. Avrupa karşı. Ortadoğu karşı. Farketmiyor... |
Pazartesi günü de İşçi Partisi kurultayında, arka kapıdan özelleştirme kararına karşı olan sendikacıların öncülüğünde yapılan oylamada, hükümet karşıtı bir karar çıkmasına rağmen, Bu kararı tanımam. Ben bildiğimi yapacağım diyerek, partisini de karşısına almaktan çekinmedi. Kararlı lider, sert lider, dirayetli lider, güçlü lider... İşte, bu portreyi çizmeye çalışan, ama giderek demokrasiden uzaklaşan Bush-Blair ikilisi, eleştirdikleri ve dünyayı ellerinden kurtarmak istedikleri diktatörleri bile gölgede bırakacak oranda tehlikeli bir despotizm sarmalı içinde doludizgin koşmaya başladılar. CHURCILL MODELİ İşin en ilginç yanı da, her ikisinin örnek aldıklarını ima ettikleri kişinin, geçen yüzyılın iki dünya savaşının da yıldızı, Sir Winston Churchill olması. Birinin, doğal olarak Atası sayılan, diğerinin ise masasına büstünü yerleştirecek kadar hayranlık duyduğu Churchill... Hani, geçenlerde yapılan bir ankette En büyük 100 Britanyalı sıralamasında birinci gelen Churchill. 1919 yılında şu ünlü sözü sarfeden Winston Churchill: Gaz silahı kullanılmasına karşı çıkanları anlayamıyorum. Ben, medeni olmayan (uncivilised) kabilelere karşı zehirli gaz kullanılmasına güçlü biçimde taraftarım... Yanlış okumadınız, zehirli gazın medeni olmayan toplumlara karşı kullanılmasını utanmadan savunan ve tabii birkaç yıl sonra Kürtleri gözünü bile kırpmadan gazlayan bir tarihi liderden sözediyoruz. Hani şu 1988de Saddam Hüseyin adlı bir diktatörün (belki o da Sir ünvanı almak için yapmıştır) , yine Churchillin torunlarından aldığı gaz ile gazladığı uncivilised kabileler var ya... Hani şimdilerde, Londrada ve Washingtonda kollarında Rolexler, altlarında Jaguarlar, üstlerinde Armani ipek giysiler, banka hesaplarında kirli yeşil dolarlar ile sürgüncülük oynayan kabile reislerinin halkları var ya. Onları gazlamışlardı. İNADIM İNAT Birleşmiş Milletler ne derse desin, dünya kamuoyu ne düşünürse düşünsün; Vuracam abi başka yolu yok... You are either with us, or against us (Ya bizden yanasınız, ya da karşısınız) diye tüm gezegene meydan okuyan Bushun yardakçısı Blairin, Blackpooldaki İşçi Partisi kurultayında İşçi partililere verdiği mesajın da farkı yok. Ya benim dediğim olur, ya da benim dediğim olur... Siz istediğiniz kadar oylama yapın. Kamu yatırımları için özel sermaye girdisi-desteği olarak tanımlanabilecek (Private Finance Initiative-PFI) yöntemin arka kapıdan özelleştirme anlamına geldiğini gizlemeye çalışan Blair, Aksi takdirde eğitim ve sağlık yatırımı yapamam diyerek, bunca yıldır izlediği ve savunduğu politikaların iflasını itiraf etmekten bile çekinmiyor. Blairin ve Maliye Bakanı Brownın konuştukları kurultay kürsüsünün önünde anlamlı bir slogan yazılı. Schools and Hospitals First. Yani, Önce Okullar ve Hastanaler. Yani, öncelikli yatırım ve harcama hedefimiz, eğitim ve sağlık. Peki, eli kulağındaki savaşın parası nereden gelecek? Son 5 yılda dökülen milyarlara rağmen belini doğrultmayı başaramadıkları eğitim ve sağlık sektörlerine harcanması gereken milyarlarca ek dolar uçak, füze, mermi, bomba, roket için harcanacaksa bu nasıl öncelik? Bunları kimse soramıyor Blaire. Daha doğrusu sorsa da, oylama da yapsa, sandıkta yense de, yanıt belli: Siz ne derseniz deyin, ben bildiğimi okurum. TARTIŞACAK BİRŞEY YOK En çok neyi hazmedemiyorum biliyor musunuz ? Bu ikili, sabah akşam tüm dünyanın gözlerinin içine baka baka demokrasiden baskıcı rejimlerin değişmesinden, halkların diktatörler tarafından değil, kendi söz sahibi olacakları rejimlerce yönetilmesinden dem vuruyor ve tüm dünyaya demokrasi dersi veriyorlar. Daha geçen gün, Bush televizyonda bağırıyordu. (Şimdi bağırmak moda..Saddam bile sakin sakin konuşuyor. Bunların ses tonu Hitler ve Mussoliniyi solladı.): There is nothing to discuss...!!! Yani, tartışacak birşey yok diyor... Aynen. İşte demokrasi bu. Tartışmaya gerek de yok. Kamuoyu yoklamaları, oylamalar, muhalefet...Tüm bunlar havagazı. Hani, bir zamanlar bir şarkı vardı: Ben sizin babanızım. Ben ne dersem o olur! Şimdilerde var mı bilmiyorum? Çocukluğumuzda Dolmabahçe Stadı önünde maç öncesi 5 kuruşa uyduruk gazeteler satarlardı veletler... Oku oku minder yap... diye bağırarak. | ||||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||