|
| |||||
21 Ağustos Marxın Kapitalinden okumalara yer veren MBA derslerinin sayısı çok değil. Komünist Manifestodan alıntılar yapabilecek genel müdürlerin sayısı da çok değil. Ama kapitalizmin en ateşli savunucularının bile (ki ben de kendimi onların arasında sayıyorum) sakallı Cassandraya dikkat ettiği zamanlar var. |
Şu gibi zamanlar: Büyük Bunalımdan (Marx bunu kapitalizmin krizi olarak adlandırmayı tercih etse de) bu yana en kötü ayı (satış ağırlıklı) piyasası. Bir kahin olarak Marx kuşkusuz bir fiyaskoydu. O aynı zamanda, kendisi 19. yüzyıl burjuvasının en mükemmel örneğiyken, prolateryanın tarafını tutan bir sınıf hainiydi. Sosyalist ütopyasının, sadece yeni bir Sovyet bürokrasi sınıfını zenginleştirmek için orta sınıfın varlığına el koyan yozlaşmış bir zorbalık olduğu da ortaya çıktı. HALA AYDINLATIYOR Bu halde bile, Marxın kapitalizm anlayışı hala aydınlatıcı. İngiliz Kütüphanesinin okuma odasındaki alışılmışın dışındaki üstün yerinden, Alman idealizmi ile İngiliz ekonomi politiğinin tuhaf bir karışımından ilham alan Marx, bir konuda haklıydı. Kapitalist sistemin kaynamalarının ve krizlerinin arkasında bir sınıf çatışması var; ve o sınıf çatışması da modern politikanın anahtarı. Bu size aykırı bir düşünce olarak görünebilir, özellikle de Financial Times sayfalarında. Ama şu anki kapitalizmin krizi üzerine biraz düşünmek bunun tersini gösterecektir. Bugünün sınıf çatışması büyük ölçüde Marxın zamanındakine dayandığı için değil. Günümüzdeki çatışma, açgözlü fabrika sahipleri ile sefalete sürüklenmiş işçi sınıfı arasında değil. Bu, Marxın hiç ummadığı bir şekilde genişlerken bile bölünmüş, o zamandan günümüze inanılmaz ölçüde büyümüş bir sınıf olan burjuvazinin içinde bir çatışma. OKUNMASI EN ZOR KİTAPLARDAN BİRİ Önce, Kapital üzerine bir ders. Uzun, gereksiz sözlerle dolu, anlaşılması güç bu kitap, tüm zamanların en okunamaz kitaplarının arasında yer alır. Kitabın büyük bölümü işçi sınıfın tüm değerlerin kaynağı olduğunu göstermeye çalışır. Bunu geçelim. Ana nokta, Marxın kapitalizmin tarihinin, el koymanın ve -üretim anlamında- zenginliği, sürekli sayıları azalmakta olan bir azınlığın elinde toplamanın tarihi olduğunu tartıştığı I. Cildin 8. kısmındaki 32. bölümdür. Marxa göre, onun zamanındaki kapitalizmin tanımlayıcı özellikleri sermayenin merkezileştirilmesini, halkın üretimlerine birkaç gaspçı tarafından el konmasını ve dünya pazarının ağındaki bütün halkların ve böylelikle kapitalist rejimin uluslararası karakterinin de karışmasını içeriyordu. Bir başka deyişle, yayılan eşitsizlik ve küreselleşmeyi dünyaya yaymaya işaret ediyordu. Kapitalizmi krize eğilimli yapan, tam da bu özelliklerdi. Marx, kapitalizmin periyodik krizlerinin, son ve şiddetli bir yıkılışın habercisi olan öncü sarsıntılar olduğun görüşündeydi. GELİR DAĞILIMINDA DURUM VAHİM Marxın kapitalizmi sosyalizmin izleyeceği ve bütün varlığın çalışanların ihtiyaçlarına göre yeniden paylaştırılacağı yolundaki ütopik kehanetini unutun. Asıl nokta, onun 19. yüzyıl kapitalizminde tespit ettiği kusurların çoğunun bugün tekrar gündemde oluşu. Son 20 yılda, egemen kapitalist ekonomi olan ABDde, eşitsizlik dikkate değer bir şekilde arttı. 1981de, gelir sıralamasının en üstündeki yüzde 1lik kesim, ABD hanehalkı gelirinin dörtte birine sahipti; 1990ların sonunda, aynı kesimin toplam gelirden aldığı pay ise yüzde 38i geçmişti. Bu rakamlar 1920den beri en yüksek oranlara işaret ediyor. TÜM PİYASALAR BÜTÜNLEŞTİ Aynı zamanda, dünyanın emtina, işgücü ve sermaye piyasaları dikkate değer biçimde bütünleşti: Özellikle, bugünün uluslararası sermaye akışının geniş ölçekte oluşu, 19. yüzyıl sonundaki küreselleşmenin ilk yıllarını hatırlatıyor. Bizdeki kapitalizmin krize hassasiyetine gelince, rakamlar her şeyi anlatıyor. Wall Streetin barometresi niteliğindeki Dow Jones Sanayi Endeksi zirve yaptığı Ocak 2000den bu yana yüzde 26 düştü. Zirve yapmasından sadece birkaç ay önce, birkaç ünlü spekülatör Dow Jonesun öngörülebilir gelecekte 36 bin puana ulaşacağını iddia ettikleri bir kitap yayınlamıştı. Eğer onların tavsiyesine uyarak, Dow Jones Endeksini kitabın çıktığı günden itibaren izleyecek kadar saf olsaydınız, paranızı üçe katlamak bir yana, yıllık bazda reel olarak yüzde 11 zarar ederdiniz. Doğru, hala yeni bir Büyük Bunalımdan çok uzaktayız: 1929 ve 1932 arasında Dow Jones Endeksi yüzde 89 düşmüştü. Bu noktada, ABDnin Japon tarzı bir çöküşe gittiği de söylenemez: Aralık 1989 ve Temmuz 1992 arasında Tokyo Borsasında Nikkei 225 Endeksi yüzde 60 gerilemişti. Yine de gerçek şu ki, geçen ay Standard & Poors Endeksi, zirvesinin yüzde 46 altına inerken; son çıkışından sonra bile teknoloji hisselerinin işlem gördüğü Nasdaqda endeks hala zirvesinden yüzde 74 aşağıda. ETKİLER ŞİMDİDEN SONRA GÖRÜLECEK Şu andan sonra, borsalardaki hızlı düşüşün makroekonomik etkilerinin ne olacağını göreceğiz. Geçen ay, ABD Başkanı George Bushun Ekonomik Danışma Kurulunun Başkanı Glenn Hubbard, Amerikan hisse senedi fiyatlarındaki düşüşün önümüzdeki yıl ekonomik büyümeyi yüzde 0.7ye varan bir oranda azaltabileceği tahmininde bulundu. ABDde işsizlik, yüzde 4ten 6nın hemen altına kadar yükseldi bile. Perakende satışlar da, 2002nin ilk yarısında düştü. Şüphesiz, Amerikan tüketicilerinin 1980lerin ortalarından beri gördüğümüz en inanılmaz boyutlardaki düşük fiyatlar karşısında tasarruf yapmaya devam edebileceklerine inanmak zor. 2000 yılı itibariyle net kişisel tasarruflar uzun dönemde yüzde 9-12lik ortalamasından yüzde 4ün altına kadar düştü. Bu 1997-2000deki hızlı büyümenin gizli motorlarından biriydi. Fakat Amerikalılar yatırımlarının yüzde 25le 75 arasında kaybetmelerini izlerken, yeniden tasarruf yapmaya başlayacak gibi görünüyorlar. Ve bu da sadece şimdiye kadar ki olağanüstü tüketimlerinde bir düşüş anlamına gelebilir. Dünyanın en büyüğü niteliğindeki ABD ekonomisinde yavaşlamanın küresel etkileri endişe verici. 1990ların sonundaki sahte harektliliğin bir diğer anahtar faktörü de, yabancı yatırımcıların para akıtma istekleriydi, ki bu ABDnin ödemeler dengesi açığının finansmanını kolaylaştırıyor. Bu yabancı yatırımcılar, zararlarla dolu bilançolara bakarken; bu yatırımcıların ABDli yatırımcılardan daha fazla endişelenecek şeyleri bulunuyor. Çünkü dolar kurundaki bir düşüş, kayıplarını daha da büyütüyor. 1980lerdeki deneyime göre değerlendirecek olursak, yabancı yatırımcılar yatırımlarını sattıkça dolar aşırı bir şekilde düşebilir. Bunun sonucunda düşen Amerikan ithalatı dünyanın geri kalanına da zarar verecektir. ÖLÜM ÇANLARININ ZAMANI GELMEDİ Yine de kapitalizmin ölüm çanlarını çalmaya hazırlanmanın vakti daha gelmedi. Son sert satışların en kötü haftası sırasında New Yorktaydım ve neşeli kalmak için yeterince teselli edici bir listeyle geri döndüm. Öncelikle, Alan Greenspan irrasyonel verimlilik cümlesini icadedince, ABD borsası adımlarını 1997 ortalarına kadar geri attı. Herkes gizlice onunla aynı fikirdeydi, bu nedenle sonraki sahte hareket (bubble) kimseyi çok şaşırtmadı. İkinci olarak, 1970lerin son faiz piyasasıyla karşılaştırıldığında, enflasyon canavarından uzağız. ABDdeki yıllık tüketici fiyat enflasyonu yüzde 1i ancak buluyor. Hükümetin hedeflediği faiz oranı yüzde 2nin altında, ki bu da 40 yılın en düşük seviyesi ve müstakrizler için, özellikle de esnek ipotekler üzerinde olanlar için bir avantaj. Üçüncü olarak, Amerikan finans sektörü, 1980lerdeki Japon örneğinden çok daha sağlıklı durumda. ABD bankalarının bilançoları daha az donuk aktif ve tahsil edilmemiş borç içeriyor. Borsanın yakın geçmişteki en kötü günlerinden birinin ardından, New Yorklu bir arkadaşım kahvaltıda onlarca milyon dolarını büyük ABD bankalarının hisse senetlerine yatırdığını söyledi. Her şeyin ötesinde, ABD Merkez Bankası Japon Bankası değil. Japon Merkez Bankasının faiz oranlarını düşürmeye başlaması, Nikkeinin baş aşağı düşmeye başlamasından 18 ay sonrasını, Temmuz 1991i buldu. Buna karşılık, ABD Merkez Bankası Başkanı Alan Greenspan 2000 yılı Ekim ayından bu yana faiz oranlarını düşürmeye başladı ve o zamandan beri bu politika sürdürülüyor. ARJANTİNLİLER BÖYLESİNİ RÜYADA GÖRÜR Kısacası rahatlayın: Durgunluk geçen yıldı ve bunu nerdeyse hiç farketmediniz. Bu yılki büyüme halen yüzde 3,5 seviyesinde. Bu Arjantinlilerin ancak hayal edebileceği bir kapitalizm krizi. Yine de, şu anki krize neo-Marxist bir bakış açısıyla yaklaşmak için yeni bir Büyük Bunalıma inanmanız gerekmiyor. Geçtiğimiz yüzyılın balon ekonomisinin inanılmaz bir varlığı bir sınıftan diğerine aktardığına şüphe yok: İşçi sınıfından burjuvaziye değil, orta sınıfın bir kısmından diğerine. Daha açık bir deyişle, kandırılan sınıftan CEOkrasi. Kandırılan sınıfı geniş bir sınıf. ABD hanehalkının yarıdan fazlası şu an hisse sahibi, aynı oran 1987de yüzde 25 düzeyindeydi. Hisse sahiplerindeki bu artışın çoğu 1997 ve 2000 yılları arasında oldu. Yani, Amerikalıların önemli bir kesimi borsanın zirve yaptığı veya zirveye yakın olduğu dönemde hisseler aldı. Şu anda aldıkları hisse senetleri ve tahviller, yatırım yaptıkları tarihten çok daha az değerli. KARLI ÇIKAN CEOLAR TOPLULUĞU Sahte hareketlerden karlı çıkanlar ise CEOlar topluluğu oldu - Enronun Finans Müdürü Andrew Fastow ve WorldComun eski yöneticisi Bernie Ebbers gibi adamlar-. Ama CEOkrasi sadece batmış şirketlerin yöneticilerini değil, balon patlamadan önce hisse senetlerini satacak kadar yeterli bilgi sahibi içerden öğrenerek işlem yapan kişileri kapsıyor. Alan Greenspan, geçtiğimiz ay Senato Bankacılık Komitesi önündeki konuşması sırasında, kendi sınıfından uygun olabilecek diğer üyelerin listesini verdi: Avukatlar, iç ve dış denetçiler, tüzel yönetim kurulları, sermaye piyasası denetçileri, derecelendirme kuruluşları ve borsada yüklü portföy tutan kurumsal yatırımcılar. Son dönemde muhasebe skandallarının teker teker ortaya çıkmasıyla, söz konusu kandırılanların genel müdürler tarafından istimlak edilmesi gerçeğinin boyutu ve yapısı daha belirgin bir hal alıyor. Anahtar araçlar ise, hisse senedi opsiyonlarıydı. Bunlar, yöneticilerin her ne olursa olsun hisse senedi fiyatlarını artırmak konusunda iştahlarını kabartıyor ve şirket hesaplarının gerçek değerinden az gösterilmesine olanak sağlıyorlardı. Buna bağlı olarak, hesap denetimi ve muhasebe konusundaki gevşek kurallar, Andersen gibi firmaları gelecekteki şişkin ücretler karşılığında muhasebe defterinin tahrip edilmesi yönünde teşvik ediyordu. Bu arada, sözde yönetim kurulu başkanlarına verilen sahte özgürlükleri de unutmamak gerekiyor. BUSH VE YATIRIMLARI Marxın CEOkrasi ve Bush yönetimi arasındaki sıkı ilişkileri de anlayacağı kesin. Gerçekten de ekonomik çıkarlar ve siyaset arasındaki bağın gözler önüne serildiği o tarihi anlardan birindeyiz. George Bush ve Harken Enerji Şirketi vakasını bir düşünün. Söz konusu şirket, içerdeki köstebeklerinden bir gruba 12 milyon dolara Hawaiideki yan kuruluşu olan Aloha Petroleumu satmış, böylece satış giderlerinin gelir olarak kaydedilmesini sağlamıştı. Harken firmasının hesaplarının açıklanmasının üzerinden üç ay geçmeden, George Bush, şirketteki hisselerinin 212.140ını, yani net 849.000 dolar değerindeki hatırı sayılır bir miktarını satmıştı. Eğer Harkenın zararının gerçek boyutu biliniyor olsaydı, bu hisse senetlerinin değeri kesinlikle çok daha düşük olurdu. Bu son ayla ilgili sorulara Bush; Bir fikir ayrılığı vardı... Prosedürleri açıklamak söz konusu olduğunda bazen her şey tamamen siyah ya da beyaz değildir yanıtını verdi. Denetim şirketiniz Arthur Andersen olursa bu yeterince doğru. Ama ABD Sermaye Piyasası Komisyonuna göre, anlaşma tamamen siyahtı. Princeton Üniversitesi ekonomisti, Nobel ödüllü Paul Krugmanın deyişiyle: Amerikan kapitalizminin şu anki krizi...oyuna köstebeklerin lehine hile karıştırılmasıyla ilgili. 1990larda, kendini beğenmiş Amerikalılar, Asyanın yükselen ekonomilerine ahbap kapitalizmi etiketini yapıştırmıştı. Ama eğer bir ahbap kapitalisti varsa, o da şu anki ABD başkanıdır. KRİZ MADDECİ OLMAKTAN ÖTE AHLAKİ ABD kapitalizminin krizi ekonomik olmaktan çok sosyal, maddeci olmaktan çok ahlâkidir. ABD ekonomisi 1930lar tarzı derin bir krize düşecek değil. Maliye ve para politikalarında yapılan ve gerilemeyi bunalıma dönüştüren hataları tekrarlamayacak kadar geçmişten ders aldık. Bush yönetiminin çelik endüstrisini korumak üzere gümrükleri artırması, tarım sübvansiyonlarını yükseltmek yönündeki son kararlarına rağmen, aynı şeyi ticaret politikası için söylenemez. Gerçekten ilgiye ihtiyacı olan ABD kapitalizminin sosyal yapısı. Bir şeylerin yanlış olduğunu görmek için, Marxist olmanız gerekmiyor. Aksine, buna bir çeki düzen verilmesini istemekte en ısrarcı olması gerekenler, tam da kapitalizme en ateşli şekilde inananlar olmalı. Marx sınıf savaşında doğru tarafı tutsaydı söyleyebileceği gibi, birleşik burjuva asla bölünmeyecekti. Ama şu anda ABD orta sınıfı kandırılanlar ve CEOlar arasında dengesizce bölünmüş durumda. Dahası tarih, eğer kandırılanlar öcünü alırsa, genellikle kapitalizm için iyi olandan çok daha sıkı düzenlemeler istediklerini gösteriyor. Sonuçta, Marxın kendisi de bir zamanlar, 1860lardaki borsada vurgun hayalleri hiçbir yere varmamış talihsiz bir günlük yatırımcıydı. Ve bunun kapitalizmden aldığı intikama bakın. *: Niall Ferguson, Oxford Üniversitesi Siyaset ve Ekonomi Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi, New York Üniversitesi Misafir Öğretim Üyesi Türkçesi: Azade Aslan | ||||
Bankaların kara tahtaları siliniyor | |||
|
|||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||
Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler | Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları |
|||||||||||||||||