Home page
Haber Menüsü


Güncelleme: 11:43 TS 17 May., 2002
Türkiye’de tarım sektörü

Konuk: İstanbul Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Zehra Eyicil ve Hasad Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Seyfettin Batal.
Sedat Küçükay: NTV Radyo İstanbul stüdyolarında Halkın Sesi’yle karşınızdayız. Hormon Zirai İlaç ve Küresel Rekabet tartışmaları ışığında Türk tarımının geleceğini tartışıyoruz. Yani, Türk tarımını konuşuyoruz. Bugün iki konuğumuz olacak. Sayın Zehra Eyicil, İstanbul Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı ve Seyfettin Batal Hasad Dergisi Genel Yayın Yönetmeni... Zehra Hanım, henüz trafikte, Seyfettin Bey yanımızda onunla başlayacağız. Ama önce kiminle başlayacağız, tabi ki halkın sesiyle, yani sizlerle başlayacağız. Telefondaki konuğumuza kulak veriyoruz.
       
       Güven Demirsar: Çanakkale’den arıyorum. Çanakkale’nin en önemli turizm ve dinlenme beldesi olan Güzelyalı köyünden arıyorum sizi. Benim köyüm Çanakkale Belediyesi Mücavir alanı içerisinde olan bir köy, 1972 yılından beri... Aslında sadece bizim değil Türkiye’deki bütün mücavir alanlarda yaşayan insanların, kimsenin pek haberi olmadığı, yahut da üstünde durmadığı çok önemli bir demokratik sorunumuz var. Biz, kentlerde yaşayan insanlar gibi belediyelere emlak vergisi, çevre temizlik vergisi dahil tam 16 çeşit vergi ve harç öderiz. Ayrıca köy olduğumuz köyün bir takım kuralları vardır. Onları da yerine getiririz. Sorunumuz şu: Biz şimdi kentteki insanlar bu vergileri ödedikleri halde beş yılda bir belediye başkanı ve belediye meclis üyesi seçme ve seçilme hakkına sahiptirler, onları seçerler. Ancak bizim ne yazık ki böyle bir hakkımız yoktur. Biz de kentteki insanlar gibi belediyelere tüm vergi ve harçlarımızı ödediğimiz halde, biz ne yazık ki belediye başkanı ve belediye meclis üyeleri seçme ve seçilme hakkına sahip değiliz. Yasalar böyle... Saçma bir şey yani. Bu anayasaya aykırı, insan haklarına aykırı, demokrasiye aykırı bir olay. Dolayısıyla belediyeleri denetleme hakkına da sahip değiliz. Bu yüzden de direk belediyeler, özellikle imar yolsuzlukları yapmak suretiyle hem mücavir alanları bir sömürü alanı haline getirirler. Buralarda kendilerine siyasal ve kişisel rant yaratırlar. Bu yüzden bizim çok büyük bir sıkıntımız var. Belediye başkanlığını bilemiyorum ama acaba parlamenterlerimizin, siyasetçilerimizin böyle bir konudan haberleri var mı? Varsa böyle bir şey için acaba herhangi bir şey yapmışlar mı? Veya böyle bir şey yapmayı düşünüyorlar mı?
       
       Ali Özdemir: Bursa’dan arıyorum. Bir firmada çalışıyorum. Şu anda bütün genel olarak konuşacak olursak Türkiye’de tarım gerçi çok amatör olarak yapılmaktadır. Ne zaman ki profesyonel bir şekilde tarım yapmaya başlarsak, o zaman Türkiye’deki tarım daha iyi gelişir diye düşünüyorum. Maalesef şu anda çiftçi çok zor durumda. Bunun için üç aşamalı bir teklifim olacaktı. Birinci aşamada, çiftçi sayısı ne şekilde olursa olsun çok azaltılmalı. İkinci aşama, çiftçinin elindeki küçük parçalı yerler birleştirilmeli, toplulaştırılmalı. Bu az kalan çiftçiye verilmeli. Üçüncü aşamada geri kalan çiftçi çok güzel eğitilmeli. Türkiye’deki tarımın şu andaki hormon bozukluğu, şu andaki diğer bozukluklar, bunların hepsinin çaresi burada...
       
       Sedat Küçükay: Sayın Batal, bir önceki konuğumuz kendince bana sorarsanız bir tarım reformu önerdi. Üç aşamalı bir tarım reformuydu. Ben, kendimi bildim bileli Türkiye’de bir tarım reformu vardır. Bugün Türkiye’deki tarım reformu ne durumdadır? Bunu şunun için soruyorum. Belki de bu hormonlu ilaçlar, hormonlar, zirai ilaçlar bunların hepsi belki doğru bir tarım reformunun oturmamasından mı kaynaklanıyor?
       
       Seyfettin Batal: Önce Ali Beye teşekkür etmek istiyorum. Türkiye tarımının aslında en önemli sorununu iki maddede sıraladı. Önce şu tarım reformundan önce, tarım reformu, arazi toplulaştırılması olayından bahsetti. Tabi bu çiftçi sayısıyla da direk ilgili. Türkiye’nin tarımının temel çarpıklığı burada. Arazi, Türkiye’de tarım işletmeler ya çok büyük, ki bunlar devletin elinde hantal işletmeler... Örneğin Ceylanpınar tarım işletmesi, 1 milyon 200 bin hektar büyüklüğünde ki bu Hollanda’nın topraklarından daha büyük. Bunun yanında çok küçük işletmeler var. Üç dekar, beş dekar... Çiftçi sayısı 4 milyon... Böyle bir yapının içerisinde bir takım şeyleri yapmak çok zor. Ondan dolayı ta 1940’lı yıllarda tarım reformu başlatılmış. Raşit Hatipoğlu, Tarım Bakanlığına getirilmiş o zaman. Denmiş ki, bir toprak, bir tarım reformu hazırladı. Raşit Hatipoğlu, bunu hazırlarken bir komite oluşturulmuş. Bu komitede Cavit Oral da bulunuyor. Ama anlaşmazlıklar çıkıyor. Daha sonra Raşit Hatipoğlu, rahmetli istifa ediyor. Cavit Oral, yani Raşit Hatipoğlu’nun hazırladığı metne karşı çıkan Cavit Oral, Tarım Bakanı oluyor. Bir toprak kanunu hazırlanıyor. Ama kadik bir kanun çıkıyor. Uygulanmıyor. Tarım reformu o günden başlıyor. Her gelen iktidar, Türkiye’de bir takım reformları yapmaya uğraşıyor. 1970’li yıllarda toprak dağıtma bugünkü, o zaman da Başbakandı Sayın Ecevit’in meşhur toprak reformuyla toprak dağıtım olayı başladı. Daha sonra bunun başına bir tarım ve toprak reformu geldi. Şimdi burada aslında toprak dağıtma Ali Beyin de belirttiği gibi araziler çok küçük parçalı. Bu çok küçük parçalarla arazilerde üretim yapmak verimli olmuyor. Gerek işlenmesi bakımından, gerek girdi kullanımı bakımından, gerek elde edilen verim bakımından, bütün dünyada araziler tarım işletmeleri büyürken, Türkiye’de küçülüyor. Bu küçülme de neden oluyor? Miras yoluyla arazilerin bölünmesi. Tabi bu yapı çok büyük bir sorun. Yani, bunun altından kalkmak zor bir şey. Ama Türkiye tarımının bugün güncel sorunları var. Bunları arazi toplulaştırılması, tarım reformu, devlet ve hükümet politikaları olmadan bunları yapmak mümkün değil. Şimdi Türkiye tarımının asıl sorunları tarımda üretimi hızla düşen tek ülkeyiz biz dünyada. Dünyada tarım arazileri sınırlıdır. Yani, bunları dünyanın arazi varlığını genişletmeniz mümkün değil. Ama tarımsal üretim, geliştirilen yeni üretim teknikleri ve kullanılan teknolojilerle bütün dünyada artarken, bizde sürekli düşüyor. Bu rakamlarla boğmak istemiyorum. Mesela Türkiye’nin 1990’da pamuk üretimi, 1 milyon 600 bin ton... 2000 yılında 750 bin ton. Aynı şey, mercimek için, 1990’da 1 milyon 40 bin ton mercimek üreten Türkiye, şu anda 350 bin ton mercimek üretiyor.
       
       Sedat Küçükay: Buradan giderek Türkiye’nin bir tarımda gerileme içinde olduğunu görüyoruz. Yani, ihraç ederken tam ithal edecek durumdayız değil mi?
       
       Seyfettin Batal: Tabi, şimdi 1990’lardan sonra daha doğrusu 1985’te başlayan süreçte Türkiye, kendi kendine gıda maddesi üretimi bakımından yeterli olan bir ülke, yavaş yavaş bu yeterlilik sınırından uzaklaştı. Şimdi tamamen uzaklaşmış durumda.
       
       Sedat Küçükay: Bir süre önce tümüyle tarımda kendine yeten bir ülkeydik. İsterseniz tekrar telefonlarımıza dönelim. Bakalım oradakiler ne diyorlar?
       
       Hüseyin Bey: Antalya’dan arıyorum. Ziraat mühendisiyim. Biraz önce Seyfettin beyi dinliyordum, onun için aradım. Seyfettin beyin dergisi bu konuda gerçekten Türkiye tarımının sorunlarını aktarmakta ve çözüm önerilerinde çok güzel işler yapıyor. Kendisine önce teşekkür ediyorum. Bunun yanında şunu söylemeye çalışıyorum. Biraz önce dendi ki, Türkiye, gerçekten Türkiye’de tarım ürünleri bakımından kendi kendisine yeten dünyadaki ender ülkelerden bir tanesiydi. Ama son zamanlarda bu özelliğimizi kaybetmeye başladık gerçekten...
       
       Sedat Küçükay: Seyfettin Beyin verdiği rakamlara göre iyice bir kaybetmişiz, Hüseyin Bey...
       
       Hüseyin Bey: Kaybetmiş durumdayız da... Ben hormon ve ilaç tartışmalarına değineceğim. Aslında beş gün önce biz, bu konuda çok daha kötü durumdaydık. Son yıllarda bu konuda biraz daha iyileşmeye başladık. Bugün gerçekten hormon ve ilaç konusunda çok güzel bir şekilde tertemiz üretim yapan Antalya bölgesinde bir sürü çiftçi, üretici var. Ben de bunlardan bir tanesiyim. Ben kendi seralarımda üretim yapıyorum. Hayvanları kullandığımız zaman, arıları kullandığımız zaman insan sağlığına zararlı ilaç da kullanılmıyor. Halbuki 12 yıldır tarım bakanlığı personelleri gerçekten bu zirai ilaç satan bayileri çok daha iyi denetlemekteyken, bu tartışmaların çıkması, uzaması biraz bende tedirginlik veriyor. Şöyle bir düşüncem var. Türkiye ve Arjantin’in benzeri gibi bir halkın sokağa dökülmemesinin nedenlerinden bir tanesi de bence tarım ürünlerini gıda ihtiyacı olarak istediğimiz zaman bulabilmeliydi. Bu tartışmalar sürdüğü sürece, şu anda üre fiyatları dibe vurmuş durumda. Üreticiler artık üretim yapamaz hale gelecekler. Biraz sağduyu, biraz bilinç diyorum.
       
       Sedat Küçükay: Sayın Zehra Eyicil de bizlerle birlikte. İstanbul Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı... Hoşgeldiniz. Sizi beklerken, Seyfettin Beyle programa başladık, epey de bir yol aldık. Ama siz gelir gelmez, hemen önüme gelen bir haberi sizinle paylaşmak ve bunun üzerine konuşmak istiyorum. Almanya’nın Ankara büyükelçiliği Türkiye’den ithal edilen, ancak üzerinde büyük bitki ilacı bulunduğu için iade edilen yeşil biberle ilgili laboratuvar sonuçlarını açıklamış. Sonuçlara göre biberler de normalden dört ile elli kat arasında fazla zirai ilaç saptanmış. Yazın da Türkiye’den giden yeşil biberlerden alınan örneklerde 15 örneğin, 14’ünde böcek öldürmede kullanılan bir bitki ilacının normal değerinin 4 ile 50 kat üzerinde olduğu saptanmış. Ayrıca federal başkanlık Türkiye ve Avrupa Birliği Komisyonuyla temasa geçerek, gelecekte ithal edilecek biberlerin Almanya ve Avrupa kurallarına uyulmasının sağlanması gerektiğini bildirmiş.
       
       Zehra Eyicil: Tabi ki son derece üzücü. Bu olayları yaşamamamız gerekiyor. Ama zannediyorum bu üzücü olayı niçin yaşadık? En baştan onu söyleyeceğim. Sonra da diğer sorularınızı cevaplarım. 1984 yılına kadar Türkiye’de bu bitkiler üzerindeki ilaçların ve şunu söylemek istiyorum, tarım bakanlığının bu konuda çok güzel çalışan zirai mücadele zirai karantina genel müdürlüğü vardı. Ve bunun 1984 yılında kapatılmasıyla zaten bu tip sorunları yaşamaya başladık. Bunun ilk olmadığını da zaten biliyorsunuz. Ve bu yaşanmamalıydı. Şimdi bitki ilacı diyorsunuz ama doğrusu şu ki, böcek öldüren bir ilacın normalde sebzelerde kullanılması kesinlikle yasak. Bu ilaç, tütünde ve pamukta kullanılmak için ruhsatı alınmış bir ilaç. Fakat işte atılmaması gerekirken, atılmış. Bunu neye dayandırıyoruz biz? Yeterli denetim yok. Türkiye’de yeterli eğitim yok. Yalnız bildiğimiz kadarıyla yurtdışına ihraç edilen ürünlerde bu konuya titizlikle riayet ediliyordu. Şimdi bu neden oluştu, onu bilemiyorum ama şunu söylemek istiyorum. Yurtiçinde üretilenlerde kesinlikle denetim yok. Yani bizim vatandaşımız şu an ne kadar ilaç ve hormon kalıntılı meyve ve sebze yediğini bilmiyorum. Fakat şimdi çok da haksızlık etmeyelim. Ben birazcık doğruları aktarmak istiyorum. Bütün doğruları burada konuşmak istiyorum.
       
       Sedat Küçükay: Hatta bir dinleyicimiz varmış, onun görüşlerini alalım.
       
       Ahmet Metin: Bir teklifim olacaktı. Tarım teşkilatında bir yanlış uygulama vardır. Urfa’da buğdayla uğraşan bir teknisyen arkadaşımız, Bursa’ya atandığı zaman zeytinle uğraşmaya başlıyor. Veya fındıkla uğraşan teknisyen bir arkadaşımız, pamukla uğraşmaya başlıyor. Dolayısıyla Tarım Bakanlığı’nda da bu şekilde bir tim oluşturulmalı. Ürün timi... Fındık grubu, zeytin grubu, buğday grubu gibi...
       
       Zehra Eyicil: Arkadaşımız son derece haklı. 1984 yılında kapatılan zirai mücadele ve zirai karantina genel müdürlüğüne bağlı 7 tane araştırma enstitüsü vardı. Ve bu enstitüde arkadaşlar, gerçekten spesifik olarak kendi konularında çalışırlardı. Şunu söylemek istiyorum. Meyva hastalıkları uzmanı, ayrıca meyva zararlıları uzmanı, sebze hastalıkları, sebze zararlıları... Bunun gibi bütün ürünlerin hastalıkların üzerinde çalışan arkadaşlar da kesinlikle ayrıydı. Ve orası bir ekoldü. Usta-çırak ilişkisiyle götürülürdü. Ve orada asistanlar devamlı laboratuvar şefleri tarafından yetiştirilirlerdi. Ve de devamlı araştırmalar yapılırdı. Ki, şunu çok net bir şekilde söylemek istiyorum. Türkiye’de kullanılan ilaçlar, kullanılmadan ilk önce bu araştırmalarla ruhsat alırlardı. Ve daha sonra sadece tabi ilaç denemesi değildi, enstitünün vazifesi. Her türlü zirai mücadele konusunda araştırmayı yapardı. Daha sonra da bağlı olan uygulama kuruluşları vardı. Bu bilgiler buralara aktarıldı. Ve burada çalışan arkadaşlar tarafından da üreticiye götürülürdü. Bu kadar çok güzel çalışan bir sistem yok edildi 1984 senesinde. Arkadaşım haklı. Bu spesifik bir konudur. Yani, nasıl göz doktoru vardır, iç hastalıkları uzmanı ayrıdır, kalp doktoru ayrıdır. Aynen bunun gibidir. Dolayısıyla pamuk üzerinde uzmanlaşmış bir arkadaşımızın gerçekten hep pamukta çalışması vardır. Reorganizasyonla beraber zirai mücalede karantina genel müdürlüğü kaldırıldı ama işte bir de bu konuda sahipsiz kalınca, bir de siyasi nedenlerle vs. dönemlerle başka nedenlerle elemanları yer değiştirmeleri söz konusu olunca herkes herşeye bakar oldu. Ve de çok net bir şekilde şunu da söylemek istiyorum. Araştırma enstitüleri kapatılınca bu işi bilen ustalar ya emekli oldular, ya küstüler, ayrıldılar. Yerlerine yetiştirmek mümkün olmadı, öyle bir okul yok oldu. Şimdi de bu spesifik bir konu olduğu için, arkadaşlarımızın biliyorsunuz ki, illa ihtisaslaşmak lazım. Onları yetiştirecek böyle bir yer yok. Bunun yanısıra şunu da söylemek istiyorum. Zaten devlette küçültme politikaları devam ettiği için eleman alımı yok. Dolayısıyla organizasyon yok.
       
       Sedat Küçükay: Yani, böyle bir yapı vardı, bozuldu, yapı dağıtıldı. Yerine kimse alınmıyor. Biz allaha emanet vaziyetteyiz yani... Önce hatta bekleyen dinleyicilerimiz varmış. Onların görüşlerini alalım...
       
       Hasan Parmaksız: Emekliyim... Şimdi, fenni gübre var ya... Fenni gübre hiçbir zaman iyi değil. Biz, ziraat memurlarına bilhassa şöyle diyoruz, hayvan gübresini atacaklar mahsule... Onun lezzeti başkadır, fenni gübrenin lezzeti başkadır. Hep bilinçsizlikten ileri geliyor bu işler.
       
       Ahmet Ünal: Burdur’dan arıyorum. Esnafım. Almanya’ya ihraç edilen zehirli biberlerden dolayı tarım bakanımız nasıl görevde kalıyor. Sorumluluk hissetmiyor mu?
       
       Sedat Küçükay: Büyük bir organizasyon vardı. Bu organizsyon dağıtıldı. Uzmanlar, kendi alanlarında uzmanlaşmamaya başladı, dediniz. Ben de peki bu işin sonu ne olacak? Allaha mı emanetiz, dedim ama ondan önce bir şey sormak istiyorum. Sebze zararlıları dediniz.Sebze hastalığı dediniz. Bunun zannediyorum, meyva zararlıları, meyva hastalığı da var. Bunu çok kısa, bizim anlayacağımız şekilde açıklayabilir misiniz?
       
       Zehra Eyicil: Meyva hastalıkları zararlıları, sebze hastalıkları zararlıları dedim.. Grup grup... Örnek vereyim. Genelde sebzelerde kırmızı örümcek olur. Bu meyvalarda da olur. Beyaz zararlı vardır. Kurt vardır... Meyveleri, sebzeleri yerler. Bunlar zararları. Şu hastalıklar vardır bunun gibi, mesela elmada kara leke var vs... Bunlar genelde mantar hastalıklarıdır. Şunu da net bir şekilde anlatmak istiyorum. Bunlarla mücadele yapmak zorunluluğumuz var. Bir defa nüfus devamlı artıyor. Dünyanın nüfusu devamlı artıyor. Ve tarıma açılacak alan artık kalmadı. Aynı zamanda Türkiye’de gerçekten çok üzücü, belki diğer ülkelerde mutlaka vardır ama Türkiye’de çok fazla... Tarım alanları devamlı yanlış kullanılarak zaten azaltılıyor. Ve mecbursunuz. Devamlı çoğalan nüfusunuzu beslemek için birim alandan daha fazla ürün elde etmeye... Fakat bunun tek yönü tabi ki zirai mücadele değil. Gübrelemedir veya modern tarım tekniklerini kullanması...
       
       Sedat Küçükay: İlaçlama bu nedenle, yani fazla ürün alabilmek için, ürününüzü bir anda korumak için yapmak zorundayız diyorsunuz.
       
       Zehra Eyicil: Zorundayız ama şunu söylemek istiyorum. En sonunda bu kimyasal mücadele yapılmalı. Yani, zirai mücadele demek sadece kimyasal mücadele demek değildir. Dolayısıyla ilk önce diğer mücadele yöntemlerinin denenmesi lazım. Sözü oraya getireceğim. İşte, gerekli eğitim ve denetim olmadığı için bizim en son yapmamız gereken mücadeleyi en başa alıyoruz. Başlıklarla şöyle anlatayım. Örneğin ilk önce, bu da bir mücadele tipi sayılabilir. Kültürel tedbirlere en başta dikkat etmeliyiz. Örneğin dayanıklı çeşitlerin getirilmesi dahi bir defa mücadeleyi yapmayı bir hastalıklar ve zararlılarda geri plana bıraktırabilir. Bunun yanısıra gübrelemeye dikkat etmek dahi hastalığı azaltabilir. Veya aşırı gübreleme hastalığı davet edebilir. Aşırı sulama, gereksiz sulamalar, bitkiyi tepeden yıkayarak sularsak, hastalıkları davet eder. Mantarlar çünkü genelde su damlası buldukları takdirde bitkiyi enfekte edebiliyorlar. Şimdi, seralardaysa havalandırmasına dikkat etmekten ve de bunun dışında budama yaparak hastalıklı bitki parçalarını bitkiden ayırıp, bunları yakmak, gömmek, bunların hepsi tedbirdir. Bunlar ne kadar yetmeli bilemiyorum ama bu arada bunun dışında biyolojik mücadele vardı. İşte bu konu Türkiye’de o zamanlar çok iyi araştırılırken şimdi araştırılmıyor. Biyolojik mücadele derken, böceği böcekle öldürmek, mantarı mantarla öldürmek. Örneğin bir bitki üzerinde asit varsa, karınca da çıkar onu yemeye başlar. Bunun gibi böceklerin bir çok onu yiyen böcekler olduğu gibi yumurtalarını yiyenler de vardır. Parazitleri vardır. Şöyle bir örnek vereyim. Bizim üreticimiz çok iyi bilir, hatta halkımız da çok duymuştur, sine... Yeri geldiği zaman süme mücadelesi... Ki, çok önemli olduğu için devlet tarafından yapılır. Süme yumurtladığı zamanlarda yumurtası ne kadar parazitlenmiş diye bakılır: Bu gerçekten çok ciddi olduğu için bakanlık bunu hala yapıyor. Bir parazitlenmeye bakanlar, öyle hesapları vardır ki, bu parazitlenmeyle bu böcek zaten yokedilecektir denir ve kimyasal mücadele yapılmaz zaten. Bunun gibi tabi daha çok mücadele yöntemleri var.
       
       Sedat Küçükay: Telefon hattında bekleyenlere dönelim.
       
       Nihat Alp: Ben firmada ithalat müdürü olarak görev yapıyorum. Et besiciliğiyle ilgili, gerek kümes, gerek büyükbaş hayvanlarla ilgili olarak sorum... Bu hayvanlar, belli bir sürede kesilmek için bazı hormonlar veriliyor ve rantbl olgunluğa ulaştığı zaman kesiliyor ve hayvanın işi bitiyor. Biz bunları et olarak aldığımız zaman aynı şekilde sindirim yoluyla biz bu hormonları alıyoruz. Ama biz kesilmiyoruz. Bizde bu hormonlar vücudumuzda nasıl kalıyor? Aynı şekilde o hayvanlar gibi şişmanlama sürecini devam ettiriyor mu bizde?
       
       Sedat Küçükay: Sayın Eyicil, ilaçlamaya kadar geldik. Şimdi bir ilaçlayalım bakalım ne olacak?
       
       Zehra Eyicil: Bir defa doğru ilaç seçimi... Ve de ilaçlamaya karar verme olayı. İki tane asit gördüğümüzde asit derken yaprak diplerini kastediyorum. Hemen ilaç atılmaz. İki tane zararlı için atılmaz. Bunun bir ekonomik zarar seviyesi eşiğinin tesbiti durumu vardır. Bu tesbiti ziraat mühendisleri, devamlı üreticilerin yanında olup, eğitmeliler. Ama böyle bir eğitim verilmiyor. Dolayısıyla üreticimiz kaygılı zaten, ürün alamazsam diye... Üzerinde gördüğü an zararlıyı veya hastalığı, ne kadar bilinçli, ne kadar bilinçsiz ilaç seçimi yapıyor, bunu da bilemem... Çünkü tarım il müdürlüklerinin daha doğrusu zirai mücadele zirai karantina genel müdürlüğü kapatıldıktan sonra tarım il müdürlüğü konuldu. Ve zirai mücadele işleri o müdürlük bünyesi içinde bitki koruma şubesi tarafından yürütülmeye başlandı. Fakat tabi ki yeterli hizmet götürülmüyor. Bu arada üretici de buraya gelip bilgi almıyor, çok nadirdir gelip bilgi alan. Öylesine kendisi direk bayiye gidebiliyor. Fakat tabi bayilerin başında sorumlu müdür bulunma mecburiyeti olduğu halde yetersiz dağıtımlar sonucu, sorumlu müdürleri her zaman bulmak mümkün değil. Çiftçi ilacını ne seçiyor, ne ediyor bilmiyoruz. Bir geliyor, atıyor. Şimdi bu atma safhasında bir de doğru dozun kullanılması lazım. Sonuçta doğru doz... Halbuki etiketin üzerinde ne kadar dozda kullanılacağı yazar. Ve bu doza da riayet edilmediği zaman zaman gözlemleniyor. Çünkü üreticide şöyle bir alışkanlık da var, ne kadar çok ilaç koyarsam, o kadar çabuk öldürür, etkili olur. Halbuki yanlış. Bir de bu doz ölçümünü gerçekten çok dikkat ederek yapmalılar. Ondan sonra da püskürtmeli ilaçla bitkinin her tarafını yıkayacak şekilde püskürtmesi... Fakat tabi ilaçlama aralıkları vardır, ondan sonra da... Bu ilaçlama aralıkları için bize böcek öldürücüler olsun, mantar öldürücüler olsun, genelde iki büyük gruba ayrılır. Birisi sistemik diye tabir ettiğimiz bitki bünyesine giren ilaçlarımız. Diğeri de kontak etkili tabir ettiğimiz bitkinin yüzeyini kaplayan ve değerek böceği öldüren ilaçlarımız. Şimdi bunların bitkiyi koruma yolları değişiktir. Sistemik böcek öldürücüler veya mantar öldürücüler genelde 14 arayla atılır. Öteki ilaçlarımız ise bir hafta ancak koruyabilirler.
       
       Sedat Küçükay: Meyve, sebzede ne kadar kalırlar? İçine girenleri söylediniz, kontak olanları değil de...
       
       Zehra Eyicil: İçine... Zaten esas örneklemede içine girerler.
       
       Sedat Küçükay: Bunlar ne kadar kalıyor?
       
       Zehra Eyicil: Üzerindeki son kullanma tarihi bellidir. Hasatla son kullanma tarihi zaten ilacın üzerinde yazar. Dediğim gibi ara 14 günde... Çünkü 14 günde bir ilaçlama yapılıyorsa...
       
       Sedat Küçükay: İlaçladıktan sonra kaç gün sonra bu hasadı toplamalıyım. Meyveyi, domatesi, biberi ki... Tüketici yerken bu ilaçtan etkilenmesin?
       
       Zehra Eyicil: İlacına göre değişir... Bir hafta da olabilir, 14 gün de olabilir, 21 gün de olabilir... Hatta yeni çıkmış ilaçlar vardır. Bir gün de olabilir. Bu üzerinde yazar... İlacın etiketinde yazar... Hasattan şu kadar önce son olarak kullanılır diye... Şimdi buna dikkat edilse, zaten biz bu konuları konuşuyor olmayacaktık buna. Zira şunu söylemek istiyorum. Eğer bu sürelere uyulursa, zirai mücadele ilaçlarında risk minimumdur. Ama tabi ki uyulmadığı takdirde vücutta birikim yapıyor, bunlar biliniyor.
       
       Sedat Küçükay: En azından bir kısımında uyulmadığını görüyoruz ki, biber, domates, tekrar kapımıza dönüyor, elimizde kalıyor. Bir tane çok bekleyen hattımız var, onu da alalım.
       
       Dinleyici: Bir öğretmen bir örnek öğrencidir. Müfettiş, rehber, ziraatçi, örnek çiftçidir. Veteriner örnek çiftçidir. Şimdi bizim veteriner, ziraatçı mezun olur, mezun olduktan sonra bunlar, çeşitli kurs ve seminer çalışmaları yapıyorlar mı? Bir köylünün yanına gidip, bu köylü, bu toprak laboratuvarlarını yaptırıp, bu laboratuvarda, sulaması, hangi gübreler ne zaman verilir? Sonra bu yetiştiriciler, acaba senede birkaç gün kursa alınıyor mu?
       
       Sedat Küçükay: Sayın Seyfettin Batal.. Sayın Eyici’nin konuşmasından şöyle notlar tuttum. Önce ne yapacağınızı çok iyi bileceksiniz. Organik mücadele adına söylüyorum. İlaçtan önce, orada bir zararlı gördüyseniz, onu diğer bir zararlıyla yoketmenin yolunu arayacaksınız, ilaçtan önce. Yok ilaca geçecekseniz, gerçekten ilacın seçimini çok iyi yapacaksınız. Sonra bunun dozunu çok iyi ayarlayacaksınız. Sonra bunun ilaçlama aralıklarını çok iyi bileceksiniz. Ve de bunu hasattan ne kadar önce kullanacağınızı, kullanmayacağınızı yine çok iyi saptamanız gerekir. Bunlar oluyor mu?
       
       Seyfettin Batal: Bunlar çok teknik konular. Daha önce de belirttiğim gibi gazeteciyim, 17 yıldan beri tarımsal yayın kuruluşunun başında... Bunların hepsi tabi doğru olaylar... Bir de pratikte uygulanabilir olaylar. Yani, şimdi biyolojik mücadele, yüzlerce zararlı var, böcek var. Bir o kadar da hastalık var. Zaten bu biyolojik mücadele genelde zararlılarla, yani böceklerle olur. Bunların hepsini yokeden başka böcekler yoktur. O yüzden kimyasal mücadele zorunlu oluyor. Yani, konuyu o boyuta, işte şunun biyolojik mücadelesi vardı da o yapılmadı, bunun yerine ilaç kullanıldı, olayı çok geçerli değil. Çünkü biyolojik mücadele birkaç zararlıyla yapılabiliyor. Türkiye’de turunçgillerin bazı zararlılarına karşı bildiğim kadarıyla yapılıyor. Her konuda aynı çözüm yok ki aynı şeyi tartışalım.
       
       Sedat Küçükay: Ama eninde sonunda gelip, ilaca dayanıyoruz, diyor.
       
       Seyfettin Batal: Tabi, ilaç kullanmak zorunda. Biz de ilacı kullanıyoruz, başka ülkelerde de kullanılıyor.
       
       Sedat Küçükay: Bu fark çok önemli. Biz kullanıyoruz, niye başımıza bunlar geliyor, onlar kullanıyor niye gelmiyor? Buraya geleceğim ama önce İsveç’ten arayan bir dinleyicimiz varmış, onu hatta çok bekletmeyelim.
       
       Dinleyici: Ben pastacı ve fırıncıyım. Elli yıldan beri eski görgülü pastanesi, inci pastanesi ve 42 yıl da burada... Şu hormonlar meselesine gelince.. Bütün yediğimiz ekmekler, fırından çıkar, bir saat sonra kum gibi olur... Herşeye bu hormondan gelenler... Tarlalar böyle, otlar, hepsi kuruyor. Esas hormonlar, pastada öyle, pasta kuruyor. Ekmeği alın fırından çıkartın, koyun masaya iki saat tuz buz olur.
       
       Seyfettin Batal: Az önce Zehra hanımın temas ettiği bazı konulara açıklık getirmek istiyorum. Tabi söylediklerinin hiçbirine itiraz etmek mümkün değil. Hepsi çok doğru, çok yerinde tespitler... Özellikle zirai mücadele araştırma enstitülerinin kapatılması Türkiye tarımı için büyük kayıp olmuştur. Ancak bugün gündemdeki hormon ve ilaç kalıntısı olaylarıyla çok direk ilgili değil. Ben o konuyu biraz açmak istiyorum. Şimdi sebzelerde ruhsatlı olmayan ilaçlar tesbit edilmiş, ihraç edilen ürünlerde. Bu ilacı, çiftçiye kullandıran da hata yaptığını biliyor, çiftçi de hata yaptığını biliyor. Zirai mücadele araştırma enstitülerini il bazına, ilçe bazına, köy bazına indirgiyemediğimiz için bu işler onlarla çok direk ilgili değil. Yani, ildeki, ilçedeki, köydeki, köylüye nasıl ilaç kullandırılacağını gösterecek teşkilatı oluşturmak lazım. Bu teşkilat var... Tarım bakanlığının bugün il, ilçe müdürlüklerinde bitkiyi koruma şube müdürlükleri var, çiftçi eğitim yayın şube müdürlükleri var. Bunlar işlevlerini yapmadığı için, bunların yerini ilaç bayileri almış durumda. Çiftçi bir çok yerde Tarım Bakanlığı teşkilatının yerini bilmiyor. İlçedeki, ildeki... Niye? Çünkü bütün o teşkilatların istediğini alamadığı için bütün bağını ilaç bayiyle kurmuş. İlaç bayiyi hem çiftçiye şu anda danışmanlık hizmeti veriyor hem de ilaç satıyor. Sorunun çözümü için bir kere Türkiye’de danışmanlık sisteminin getirilmesi lazım. Meseleyi bu boyutuyla ortaya koyalım. Türkiye’de yüzlerce araştırma enstitüsü kuramayacağınıza göre... Ama yüzlerce, binlerce danışman oluşturmanız lazım. Her çiftçiye bir teknik danışman var. Bunun modeli de var, Türkiye’de uygulandı. Ama maalesef yaygınlaştırılamadı. Onun özü burada... Konuyu bu platformda tartışmak lazım. Yanlış ilaç kullanılmıştır, ilaç bayiyi kullandırmıştır. Çiftçi de kullanmıştır. Bu bir hatadır. Bu hatayı herkes biliyor ama bunun önüne nasıl geçilir bunu tartışmak lazım.
       
       Sedat Küçükay: Bunu tartışmaya başlayacağım. Önce isterseniz dinleyicilerimizi bekletmeden onların görüşlerini almaya başlayalım.
       
       Ahmet Keskin: Bursa, Orhangazi’den arıyorum. Fabrika’da işçiyim. Türkiye’de yalnız tarım değil herşey tamamen politik ve ekonomiye daha bağlı. Şöyle ki, bir sürü meyve çeşitleri, kültür meyveleri adı altında getirildi. Son 20 yılda özellikle... Bunların bakımları da tamamen kimyasal olarak mücadele gerekiyor. Bu mücadele tabi ekonomiye dayanıyor, paraya dayanıyor. Maalesef siyasilerimiz Türkiye’ye uygun olup olmadığına bakılmaksızın bir sürü çok verim alacağız hesabıyla kendi özel çıkarları için belki de bir sürü şeyler getirdiler. Amasya elmaları vardı, ilaç nedir bilmezdik. Ve bu elmaları biz rahatlıkla bütün kış yiyebiliyorduk. Ne kurtlanma, ne böceklenme, ne çürüme, hiçbir şey olmazdı. Bugün benim dedemin avlusunda hala bir kiraz ağacı var, 43 yaşındayım, bu ağaç hala ayakta... Ve üzerinde kurur, dökülür, hala da bir tek kurt olmaz. Onun için bunların hepsi politikacıların ekonomisine dayalı şeyler... Gereksiz görüşmeler, gereksiz konuşmalar...
       
       Himmet Kaygısız: Antalya’dan arıyorum. Bir derginin yazarıyım. Zehra Hanımın görüşlerini paylaşıyorum. Ancak 1984 yılı zirai mücadele teşkilatının lağvedildiği konusu biraz abartılı bir kavramdı. Zirai mücadele teşkileti lağvedilmedi. Ancak küçültüldü. Bir şube müdürlüğü haline getirilerek, tarım il müdürlüklerinin bünyesine bağlandı. Ancak, bu reorganizasyona kadar zaten hantal olan tarım bakanlığının yapısı büsbütün hantal hale geldil. Günümüzde tarım bakanlığı artık ne denetim yapabiliyor, ne eğitim yapabiliyor... Seyfettin Beyin de kısaca özetlediği gibi pek çok üreticimiz tarım bakanlığı teşkilatlarının yerini bile bilmiyor. Konu metamidofoz konusu biliyorsunuz. Metamidofoz, aslında bir aktif maddenin ismidir. Aynı aktif maddeyi taşıyan ülkemizde 27 adet tarım ilacı vardır. Metamidofoz, pamuk ve tütünde resmen tavsiye edilmesine rağmen, yıllardan beri sera çiftçisi, özellikle biber üreticisi bunu zaten kullanıyordu. Bu yeni ortaya çıkmış bir sorun değil. Eğer Avrupa’da bu olay patlamasaydı, biz hala ülke olarak metamidofozlu biberleri yemeye devam edecektik.
       
       Sevilay Tekir: İnşaat teknikeriyim... İnşaat projelerindeki fennimesilin uygulamanın aynı tarımda da uygulanmasını düşünüyorum. Faydalı olacağını düşünüyorum. Çünkü inşaata başlayamazsınız, ruhsat alsanız da...
       
       İhsan Soysal: Tekirdağ’dan arıyorum. Ziraat eğitimi veren bir kuruluşta çalışıyorum. Seyfettin Beyi de tanırım, yayın hayatından dolayı. Bu bakımdan şunu söylemek istiyorum. Bu iş çok abartılıyor. Biliyorsunuz tarım mühendisliği, tabiat kaynaklarını kullanarak insanlığın yararına mal ve hizmet üretmek demek... Bu bağlamda düşünüldüğü zaman teknoloji insana zarar vermeyen, üretimi arttırıcı her işi yapmakla mükellef... Biraz önceki konuşmacının da ifade ettiği gibi, eskiden bahçelerimiz, ürünlerimiz şöyleydi.. Tabiat da zaten bir değişkenlik var. Burada önemli olan Avrupa ülkeleri de, dünyanın bütün ülkeleri de teknolojisini kullanırken, gerekli hammaddeleri bir takım teknolojik işlemler kullanıyorlar. Bunların sınırları da yasalarla belirlenmiş. Bütün dünya ülkelerinde...
       
       Mustafa Bey: Kimya mühendisiyim. Devamlı fazla ürün almak için zirai ilaç ve hormon kullanımından bahsediliyor. Acaba Hollanda gibi yoğun tarım uygulayan ülkelerde alınan ürün fazlalığı tamamen hayvani gübre veya doğal sulamayla mı oluyor? Ya da yine tarımla alakalı... Bizde bir inek, 5-10 kilo süt verirken, niye onlardaki hayvanlar 30 kilo süt veriyor? İlaçlamayı mantıklı bir şekilde yaparsak, hiçbir tehlikesi olmadan gereken ürünleri alırız diye düşünüyorum. Burada önemli olan daha önce çeşitli denemeler yapılır. Ziraat bir bilimdir. Hangi maddenin üretim için ne ölçüde kullanılacağı çeşitli denemelerle test edilmiştir. Bunların sınırının aşılıp aşılmadığının da denetlenmesi gerekir. Türkiye’de böyle kuruluşlar da var. Ziraat mühendisliği mesleğinin aktif kılınması, bu konuda Seyfettin Beyin de bahsettiği teknik danışmanlığın uygulanması, kurallara aykırı, insana zarar veren dozu üstündeki kullanımları engelleyecektir. Benim izah etmek istediğim bir kutuptan bir kutuba hareket ediyoruz. Yani, hiç kullanmamak ya da çok kullanmak değil.. İnsana zarar verici ölçülerin üzerine çıkmamak önemli. Bu bağlamda biraz önce de ifade edildi. Tüm bitkilerde, bütün hayvanlarda bir varyasyon söz konusu. Burada önemli olan insanlara zarar vermeyecek, denemelerle zarar vermediği tesbit edilen teknolojiyi kullanmak.
       
       Erdoğan Yılmaz: Servis taşımacılığı yapıyorum. Bence yanlış olan politika şuydu. Dünya nüfusunun beşte biri açlıkla uğraşırken, bizim ülkemizin uyguladığı bu yanlış politika ne zaman tarıma dayalı daha kaliteli bir ürün alabilmek için ülkemizin yetkilileri, politikacıları, ne zaman uğraşacak bu gibi şeylerle?
       
       Mesut Bey: İstanbul’dan arıyorum. Mühendisim. Geçen haftaki konuşmanızda da sizi aramıştım. Bir şeyi rica etmiştim. Belki kaçırmış olabilirim düşüncesiyle tekrar soruyorum. Zannediyorum, Türk halkı da öncelikle bu sorunun yanıtını bekliyor. Bugüne kadar konuklardan da almış olduğunuz bilgiler çerçevesinde bizi aydınlatıcı, yönlendirici bilgiler için teşekkür ediyorum. Şimdi, Sedat Bey, Türk halkı yapmış olduğunuz bu yayından, ısrarla, ben de dahil olmak üzere kendisine bir soru soruyor. Biz bugüne kadar ne yedik? Yediğimizde ne var? Ve bundan ne kadar zarar görmek ihtimali içerisindeyiz?
       
       Sedat Küçükay: Mesut Bey, bu sorunuzu çok iyi hatırlıyorum. Buna cevap vermeye gönlüm elvermediği için cevap veremedim, öbür konuğuma da soramadım. Valla bunun kantarını nasıl çıkartacağız bilmiyorum ama galiba yediklerimiz içtiklerimiz yanımıza kaldı, böyle diyelim.
       
       Mesut Bey: Ancak, bundan sonra, sebze olsun, meyva olsun, mevsim itibariyle Türkiye’de en yoğun olduğu döneme gelinmiştir. Üreticiye de yazık, tüketicinin nefsine de yazık.
       
       Sedat Küçükay: Burada yalnız sizin kanalınızla bir şeyi açıklamak istiyorum. Bugünkü programda da bu çok net açığa çıkıyor. Bu açığa çıktığı için de seviniyorum çünkü yanlış bir algılamayı önlemek istiyoruz biz de... İlaçlama yapılması son derece yanlıştır diye bir şeyin peşinde olmamak lazım galiba. İlaçlama gerçekten bu çağımızda hasat olabilmek için gerekli olan bir şey. Ama bunun bilinçli, doğru yapılması ve tüketiciye zarar vermemesi için ne yapılması gerektiğini araştırıyoruz. Çok teşekkür ediyorum hassasiyetiniz ve yayına katıldığınız için... Diğer izleyicimizin sorusunu alalım.
       
       Vedia Türkkan: Kimya mühendisiyim. Bu konularda eksikliği hissediyorum. Aynı zaman anneyim. Ortada hiçbir bilimsel veri yok. Yani, ne bir laboratuvar sonucu var. Her şey sadece konuşuluyor. Bunlar tamamen rakamlarla konuşulması gereken veriler olması gerekirken, ortada hiçbir veri yok. Bundan sonra da olacağına dair hiçbir veri yok. Yani, yiyeceğimizi kendimizin yetiştirmesi mümkün olmadığına göre... Hadi bugüne kadar yediklerimiz yanımıza kaldı. Peki, bundan sonra ne olacak? Laboratuvar kursak, acaba o laboratuvarlardan çıkacak sonuçlar yeterince denetlenecek mi? Doğrusu ben ona da inanmıyorum. Maalesef artık güvenimizi tamamen kaybettik. Ve bunun sonunu hayal etmek bile mümkün değil.
       
       İskender Bey: İstanbul’dan arıyorum. Serbest meslek sahibiyim. Zannediyorum herşeyin temelinde dürüstlük yatıyor diye düşünüyorum. Geçenlerde haberlerde izledim. Egeli üreticiler,kendi ürettikleri ürünleri yememe kararı aldı. Kendi tarlasından, bahçesinden, bir iki ay sonra çıkabilecek ürünleri de. Bunu samimiyetle de itiraf ettiler. Peki bu insanlar kobay mı? Bir de bazı radyoaktiviteye karşı dahi dayanıklı olabilen canlılar öyle tarım ilaçları var ki bunlar tarafından yokediliyor. Demek ki bizler zamanla herhalde değişime uğrayacağız, öyle gözüküyor. Hayatta kalabilenler. Çok çok korkunç bir olay diyorum. Afrika’da zannediyorum bir şahıs vardı, şu anda aklımda değil. İnsanlar üzerinde denemeler yapıyor ya, galiba burada da toplu olarak kimyasal ilaçlarla böyle bir zulme uğruyoruz.
       
       Zerrin Hanım: Antalya’dan arıyorum. Ziraat mühendisiyim. Bitki ve yaprak analizi yapan bir laboratuvarda çalışıyorum. Ve Antalya’da görev yapıyorum. O yönden çok şanslıyım. Şunu söylemek istiyorum. Çiftçimiz aslında bilinçsiz... Bazı şeylere yönlendirmek gerekiyor. Örneğin küçük dozda elde edebileceğimiz tedavi yöntemini çok yüksek dozlarda deniyorlar. Bunda da bayilerin payı olduğunu düşünüyorum. Ve ilaç fiyatlarının yüksek olması, zaten çiftçilik mesleği çok para getiren bir meslek değil. Bunda da çiftçilerimizin korkuları, aldığı üründe garantinin olmaması, bunun yanında ziraat mühendisleri olarak yapabileceğimiz bazı şeyler olabilir diye düşünüyorum. Sadece sorumluluk vermek yetmez, aynı zamanda yetkilerin de verilmesi gerekiyor. Bir insana müdahale edemiyorsak, yapabileceğimiz pek bir şey yok. Bazı düzenlemeler gerekiyor bence. Hasat yayınlarını da takip ediyorum, bir çok kitabı var elimde, okuyorum. Ancak bunları çiftçiyi ikna etmekte zorluk çekiyorum. Örneğin 30 kilo gübre kullanacaksın dediğimde ekonomik olarak bu fazla gelebiliyor. Yani, fiyat standardı, ziraat mühendislerinin yetkileri ve hukuksal düzenlemenin yapılması sonucunda bazı şeyleri düzeltebiliriz diye düşünüyorum. Yalnız çiftçilerimiz bu konuda bilinçsiz değiller... Yani, burada dolaştığım seralara bakıyorum da, herkesin kendi yiyeceği için ayırdığı birkaç sıra domates, birkaç sıra biberi var, yani, ilacın çok az kullanıldığı, gübrenin çok az yapıldı...
       
       Seyfettin Batal: Tabi ki tarımsal üretimde belli bir verimi elde etmeniz için belli girdileri kullanmanız lazım. Yani, bunlar kullanılıyor diye insanlar kobay filan da olmuyor, insanlar da ölmüyor. Herşey belli bir bilimsel araştırmalar yapıldıktan sonra belirlenen dozlar var. Bunlar da defalarca söylendi. Türkiye’de işte burada oyunun kurallarına göre oynama diyelim, buna uyulmuyor. Yanlış nerede, ortaya koyup, çözüm yollarını aramalıyız. Bence olayın iki ayağı var. Bir tarım bakanlığı, diğeri ziraat mühendisleri odası. Ziraat mühendisleri odası kendi davasına, kendi meslektaşlarına sahip çıkıp, kendi meslektaşlarının nerelerde yetkili olabileceği konusunda bir sivil toplum örgütü olarak, bir mesleki kuruluş olarak ortaya çıkıp ağırlığını koyup, bunu siyasi otoriteye kabul ettirmesi lazım. Bu güç yok. Maalesef herkes işin tarım üzerinden birileri politika yapıyoruz. Yani birileri değil herkes yapıyor. Herkes, ilaç bayini suçluyoruz, köylüyü, çiftçiyi suçluyoruz. Bence bunları suçlamak yerine sorunun çözümlerini ortaya koyup, önce bunu tartışmak lazım. Türkiye, tamam çiftçiler, ilaçları kullanıyor, şunu, bunmu kullanıyor. Bakın Türkiye nereye gidiyor. Türkiye’nin bugün ithal etmediği tek gıda sebze kalmıştı. Şu anda da yapılan birtakım kamuoyunda bir kaşık suda fırtına kopartıldı, işin içerisinde, ortada bir ilaç bakiyesi olan sebzeler varken, insan sağlığıyla hiçbir olumsuz etkisi olmayan hormonlarla halkımızın evinde bir sağlık terörü yaratıldı. Buraya gelen telefonlardan da bunu anlıyoruz. Yani, insanlar, hormonlu... Biz bu ay dergide bunları ortaya koyduk, işledik. Ve bizim uzmanlarımızın, diğer uzmanların da hormonun tehlikeli bir şey olmadığını söylüyorlar. Gerçek böyleyken, hala kamuoyunu paniğe kaptırmaya bence gerek yok. Asıl panik; Türkiye, gıda maddesi üretimi bakımından şu anda tamamen dışa bağımlı bir hale gelmiş. 450 bin ton pirinç ithal ediyorsun. 800, bu sene sanıyorum 500 bin ton daha fazla ithal edeceğiz. Yani, böyle bir ülke durumuna gelmişsiniz. Bu durumu Türkiye nasıl geldi? Programın başında tarımsal reformlardan bahsettik. Her gelen siyasi iktidar, tarım üzerinden politika yapıyor. Reform yapıyorum diyor, reorganizasyon yapıyorum, diyor. Neyin reformunu yapacaksın. Türkiye’de 4 milyon tarım işletmesi lazım. Bunlar paramparça olmuş. Bunları düzeltmeye kalkarsanız, düzeltmeniz mümkün değil. Yani, bunun bir tarafından tuttuğunuz zaman iyice elinizde kalıyor. Nitekim şu andaki tarım bakanlığının uyguladığı doğrudan gelir desteğiyle elinde kalıyor. Asıl yapılması gereken Türkiye’nin ihtiyacı olan gıdayı üretebileceği teknik ve teknolojiyi Türk çiftçisine getirmek. Türkiye’de tarımda yapılacak tek reform, tek başarı, 1.5 milyon ayçiçeği üretebiliyor musunuz? İşte o zaman siz Türkiye tarımının sorunlarını çözmüşsünüzdür. Şu anda Türkiye’nin 500 bin ton bitkisel yağ açığı var. Yılda 1 milyar dolarlık yağ ithal ediyor, Türkiye... Türkiye, 500 bin ayçiçeği üretiyor. Bunu 1.5 milyon tona çıkarttığı zaman ki bu 1.5 milyon tonun bedeli de yaklaşık 500 milyon dolar. Ya, Türkiye, kendi çiftçisine yılda 500 milyon dolar vererek 1.5 milyon ton ayçiçeği üretmiyor. 1 milyar dolar vererek 500 bin ton yağ ithal ediyorsunuz. Tarım bakanlığının önce yapacağı bu. Ortaya çıkıp, bunu yapabiliyor mu? İşte o zaman tarımda reform yapmışsınız demektir. Onun dışındaki, zaten şu anda yapıldığı söylenen reform, doğrudan gelir desteği kahvede otur parası.
       
       Sedat Küçükay: Aslında bu söylediğiniz tabi çok ciddi bir konu. Gerçekten çiftçi bütün bu giderlerine karşı, doğru bir üretim yapıp, doğru bir destek görüp, ürününü doğru bir şekilde satacağına emin olsa belki de daha fazla ürün almak adına, daha fazla ilaçlama yapmaya, gereğinden fazla hormon kullanmaya ve de organik tarımdan bu kadar çok sapmaya gerek duymayacak.
       
       Seyfettin Batal: Tabi. Bunlar, biraz bu konuyla çok direk ilgili değil. Ama tarıma bu kadar destek verildi filan gibi laflarına rağmen bu ülkenin en yoksul kesimi yine tarım kesimi. Yani, bu kadar milyonlar, trilyonlar, katrilyonlar, tarım kesimine verildi de bu insanlar ne yaptılar bu parayı. Bu ülkenin en yoksulu yine tarım kesimidir.
       
       Sedat Küçükay: Tarıma destek kesilirken Türkiye’de sanırım ABD’nde birçok ülkede durumun ne olduğunu siz daha iyi biliyordunuz.
       
       Seyfettin Batal: Şimdi aslında çok önemli bir nokta... Mesela Amerika, bütün dünyaya tarımda subvansiyonları azaltın diye telkinde bulunuyor. Ama son Amerikan hükümetinin çıkarttığı yasa ve aldığı kararla kendi çiftçisine uyguladığı tarımsal subvansiyonları yüzde 62 oranında arttırıyor. Yani başkasına veriyor salkımı kendi yutar salkımı misali.
       
       Sedat Küçükay: Çok teşekkür ediyorum, bir saatten fazla bir zamanı bizimle paylaştınız. Sayın Seyfettin Batal, Hasad Dergisi genel yayın yönetmeni... Aslında dergilerinizi gördüm, tarımla birazcık ilgilenen herkese de gerçekten öneririm. Çok bilgilendirici, çok güzel dergileriniz var. En azından bir hafta boyunca veya daha uzun süredir bu işlerle ilgilenen bir kişi olarak gerçekten çok bilgilendirici yayınlarınız olduğunu belirtmek istiyorum. Ayrıca İzmir Ticaret Odası’ndan gelen bir duyuruyu da dinleyicilerimize, özellikle bizi İzmir’den dinleyenlere duyurmak istiyorum. Gıdalarda olası riskler ve değerlendirilmesi adlı bir paneli var İzmir Ticaret Odası’nın meclis salonunda... 17 Mayıs 2002, saat 13.00’de... Gerçekten burada gıdalarla ilgili duymak, öğrenmek istediğiniz epey bir konu var. Sayın Prof. Dr. İlter Akat’ın bize duyurusunu, buradan biz de bütün dinleyicilerimize duyurmak istiyoruz. Doğanın dengesi yerinde olursa, ırmaklar yolunda akarsa, yarın Halkın Sesi’nde yine sizinle birlikte olmayı diliyoruz. Yapımda ve yayında emeği geçen tüm Halkın Sesi ekibi adına ben Sedat Küçükay, saygılar sunuyorum.

 

 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları