Konuk:
Serdar Erener
Gani Müjde:
Efendim, bugünkü konuğum çok ünlü bir reklamlı. Siz onu reklamlarıyla
tanıyorsunuz ama ben, kendisini bir kliple tanıyorum. Sertap'ın klibinde
sünnet olan sizdiniz, değil mi? Yanlış hatırlamıyorum.
Serdar Erener:
Doğru...
Gani Müjde: Sünnet
sahnesi vardı...
Serdar Erener:
Babam çekmişti...
Gani Müjde: Bir
tane kırda bir koşma sahnesi hatırlıyorum. Deniz kenarı vardı.
Serdar Erener:
Benim babam gezmeyi çok severdi. Bizim o yüzden hayatımız, yani çocukluğumuz,
arabaya binip, tam teşkilat, şezlonglar, kutular, bilmem neler, filan
böyle, turlayıp durduk.
Gani Müjde: Orada
bir deniz kenarı var, hep oranın neresi olduğunu merak ediyorum. Erdek
olduğunu tahmin ediyorum, doğru mu?
Serdar Erener:
Akçay... Akçay, benim çocukluğumda çok önemli yeri olan bir yer. Yazlarımızın
çoğu orada geçti. Erdek'i benzettiğiniz neresi biliyor musunuz; Avcılar...
İşte orası Avcılar... Bugünkü kadar şehirleşmemiş bir yerken, orada piknik
yapılan yerler vardı.
Gani Müjde: O
zaman lodoslu bir hava olsa gerek, çünkü karşıdaki adaların görünmesi
için iyi bir hava olması gerek.
Serdar Erener:
Bravo dikkatine... Hatta rahmetli babaannem vardı, o sahnede çay içer.
Gani Müjde: Öyle
güzel bir klipti o, Sertap'la onu konuşamadık. Abisini bulmuşken, sizinle
konuşayım. İnsanda böyle bir aile olma isteği uyandırıyor.
Serdar Erener:
Allah allah...
Gani Müjde: Öyle
bir klipti. Ben evlendim, Sertap boşandı... O klipten sonra işin garibi
de...
Serdar Erener:
O klip te şöyle çıktı ortaya. Tamamen ihtiyaç molası diye bir laf
var ya... Sertap'ın nedense bugüne kadar klipleri yaparken hep parası
olmadı. Yani, bu klip işine yeteri kadar bütçe ayrılamadı. Ya da hep küçük
bütçeler ayrıldı. Bu sefer hiç para yoktu. Diyordu ki bana, abicim, klip
yapacağız, para yok. Şarkı da çok güzel bir şarkı... Ve ben dedim ki,
Sertap gel, şu bizim eskilerden bir şey yapsak. Ve Hazım Başaran diye
genç bir yönetici arkadaşımız vardır. Çok beğenirim. Hazım'a dedik ki,
abi, şarkı bu, malzeme de bu... Sansür ettik tabi, her şeyi de vermedik
Hazım'a. Dedik ki, bize bu görüntüleri ilginç bir montajla klipleştirebilir
misin? Bence birinci sınıf bir iş yaptı. Sertap'ın da belki bugüne kadar
ki en iyi klibiydi.
Gani Müjde: En
iyi klibidir, en iyi şarkılarından biri ayrıca... Babalar, genellikle
çocuklarına mesleklerini miras bırakırlar. Sizin babanız avukat. Size
avukat olmanız yönünde bir baskı yaptı mı?
Serdar Erener:
Hiç, burada yeri gelmişken, babama, bütün milletin huzurunda teşekkür
borçluyum. Her çocuk gibi ben de babamla çocukluğumda, ilk gençliğimde,
kafamda en azından, bizim evde öyle hır gür yoktu ama, itiştim kakıştım...
Babası gibi çünkü ağır basan bir şey. Fakat çok yıllar sonra özellikle
son birkaç senedir iş hayatında da insanları davranışları gözledikçe,
özellikle ona çok büyük bir teşekkür borçlu olduğumu düşünüyorum. Nedeni
de şu: Bizim memlekette bir çocuğa bastırma durumu var ya, benim babamın
bana yaptığı tam tersinedir. Ben, çocuğuna bu kadar güvenmiş bir yetişkin,
bir baba daha bilmiyorum. Ve bunun bana ne kadar büyük bir hayat enerjisi,
ne kadar büyük bir özgüven aşıladığını o aslında bilmiyor. Şimdi öğreniyorum.
Çünkü, bunu ona da bu kadar açık, net hiçbir zaman söyleyemedim.
Gani Müjde: Sizin
de çocuklarınız var. O güveni siz de sağlıyor musunuz?
Serdar Erener:
Veriyorum, Tolga'ya... Şimdilik bunu söylemek için erken ama elimden
geleni yapıyorum. Hatta bazen aşırıya kaçtığım yönünde eleştiri de alıyorum
ama bende babamınkinden biraz daha farklı bir şey var. Bende haklı çıkma
güdüsü çok kuvvetli, babamdakinden bile kuvvetli hatta. Bazen, Emine'yle
didişirken sertleşebiliyorum ama onun dışında kızıma verebileceğim en
büyük mirasım ya da ona kazandıracağım en büyük özelliğin bu olduğuna
inanıyorum.
Gani Müjde: Peki,
küçüklerden biraz büyüklere geleceğiz. 12 dev adama geleceğiz. Son zamanlarda
adeta bir klip izler gibi geçip seyrettiğim bir reklam var: 12 dev adam,
U, A diye başlayan... Bu reklamın yaratıcısı Serdar Erener, bize anlatsın.
Nasıl çıktı o fikir? Nasıl realize ettiniz, neler yaptınız?
Serdar Erener:
Çok basit olarak şu oldu. Garanti Bankası, basketbol takımına sponsor
olmaya karar verdi. Bize de bu kararı verdikten çok az sonra haber verdiler.
Gittik, Ergun bey dedi ki, 'ben bu konuda bir şeyler daha yapmak istiyorum,
dedi, sponsorluğun ötesinde... Biz, dedik, çalışalım. Ajansa döndük ve
bir paket program hazırladık. Paketin içindeki önemli unsurlardan biri
de, dedik ki, kamuoyunun dikkatini bu konuya çekebilmek için, eğer siz
izin verirseniz, bu bütçeleri, bu fonları da sağlarsınız bize, bir film
yapmak istiyoruz. Filmin de esprisi şudur. Biz, bu 12 dev adamla Türk
halkının yediden yetmişe her yaştan her cinsten insanın birlikte basket
oynadığını göstereceğiz. Ve eğlenceli bir şekilde yapacağız. Ergun bey
dinledi, çok güzel dedi, gidin yapın. Sonra, bu işi kiminle yapacağımızı
seçmemiz gerekiyordu. Yönetmenimizi seçtik. Çok yetenekli, genç bir arkadaşımız.
Amerikalı sayılır ama aynı zamanda Türktür. Tabi ki, böyle bir projede
insanları harekete geçirmek için müzik çok büyük silah. Müziği kimle yaparız
diye düşündük. Orada da Athena neredeyse, bir alternatif. Gökhan'ları
çağırdık. Dedik ki, böyle böyle bir film çekiyoruz, böyle de bir temamız
var. Biz, bazı laflar yazdık, bunların sağını solunu değiştirebilirsiniz
ama özüne sadık kalarak. Dinlediler, tamam, dediler, gittiler. Hakikaten
iki gün sonra da şarkıyla geri döndüler.
Gani Müjde: Müthiş
şarkı olmuş. Fenerbahçe için bir şeyler yapın dedim. Yazmak istiyorlarmış,
kulüpten destek arıyorlarmış. Bence desteğe gerek yok, taraftarlar yeter
zaten. O kadar güzel, marş gibi şarkı yazabiliyorlar ki... 12 dev adamın
şarkısı o anlamda müthiş bir şarkı olmuş bir kere... Kaset de koysanız
satılır...
Serdar Erener:
Bu arada bu filmle ilgili bir şey söylemek istiyorum. Bu film yayınlanmaya
başladıktan sonra bizim dar kendi meslek grubumuz içerisinde böyle biraz
dudak bükenler oldu. Gerekçe de böyle ünlü sporcularla halkı birarada
oynarken gösteren, dünyada daha önce yapılmış bir takım başka film çalışmaları
da var. Ve dendi ki, tamam çok güzel ama orjinali değil... Benim de cevabım
şu oldu: Burada amacımız orjinal tepesinde koşmak değil, kamunun desteği
almak ve etkili bir iş yapmak. Dolayısıyla biz de biliyoruz, kimseden
sakladığımız yok. Dünyada benzeri çalışmalar olabilir, meselemiz burada
hiç yapılmamışı yapmak değil, çok kısa bir sürede çok pozitif bir etki
yaratmaktı. Dolayısıyla böyle bir reklam polisliği yapmadık. İşimizin
gerektiğini yaptık... Bu bahsedilen film de şudur, Dünya Kupası'nda Brezilyalı
topçular havaalanında top oynarak uçağa giderler. Böyle bir şey vardı.
Gani Müjde: Ben,
mesela onu hatırlamadım. Çünkü bütün ögeler çok Türktü... O kadar bizdendi
ki, hiç aklıma o gelmedi. Yüzde yüz yerli kabul ediyorum, ben. Reklama
gelelim biraz... Sizi bulmuşken, biraz reklam konuşayım. Çünkü hakikaten
televizyonda en çok reklam seyrediyorum. Bir yandan görsel anlamda kreativitenin
en yüksek olduğu yer orası çünkü. Bir yandan işte film çekiyorum zaman
zaman, o yüzden görsel tatları yakalamak adına reklam ve klibi çok seyrederim.
Onlamda reklamda çok üst düzey bir görsel kalite var, üst düzey de mizah
kalitesi. Televizyon yazarıyım de aynı zamanda... Ama bakıyorum televizyonun
diğer programlarından reklamdaki mizah seyirci birden bire yukarı çıkıyor.
Aynı insanlar seyrediyor. Acaba reklamcı o sırada hedefini şaşırmış mı
oluyor? Yani mesela biri diziyi seyrederken, siz birden programın arasına
ancak A'yı ve B'yi yakalayabilecek düzeyde bir reklam koyuyorsunuz.
Serdar Erener:
Şimdi bu çok uzun bir tartışma konusu ama bir şey söyleyeyim. Ben
de size baktığım zaman benzer gıpta hisleriyle dolup taşabiliyorum. Çünkü
Gani Müjde de insanları tebessüm ettirecek cümleleri, durumları çok güzel
yakalıyor diye bakıyorum. Ben de size bakıyorum, çünkü, ne yapıyorsunuz
diye. Şundan emin değilim ben, A'lar, B'ler meselesi biraz karışık bir
konu. Ben kadar net ayrımlar olduğunu sanmıyorum. İş çevresine gelince,
hepsi birleşiyor. Galiba ortak bir potada eriyebiliyoruz pekala. Yoksa
bir Yılmaz Erdoğan, yoksa bir Gani Müjde, yoksa bir Cem Yılmaz... Ne bileyim,
daha çok sayabiliriz. Bu insanlar, bu kadar toplumu enine kesemezler...
Ben zenginlerin başka şeylere, fakirlerin başka şeylere güldüğü konusunda
pek emin değilim.
Gani Müjde: Fıkralara
herkes güler zaten...
Serdar Erener:
İş mizahsa.. Şunu söyleyebilirsiniz. Bir adam, muza bastı, kaydı düştünde
dünyanın her yerinde herkes gülüyor. Ama biz, biraz daha incelmiş bir
mizah yapmak istiyorsak... Adamı öyle muza bastırıp düşürmüyoruz da, yeni
söyleme biçimleri arıyoruz. Reklamda da bunu yapmaya çalışıyoruz. Siz
de kendi alanınızda yapmaya çalışıyorsunuz. Tekniği olduğu zaman o aşağıya
doğru gidiyor inanın. Aşağı, yukarı var mı, onu da bilmiyorum.
Gani Müjde: Reklamda
mizah yapıyorsunuz. Kadronuzda, reklamevinin kadrosunda, sizin de kişiliğinizde,
mizahçı özellikleri olanlar var mı?
Serdar Erener:
Ben kendimi komik bir insan olarak görmüyorum. Öyle bir iddiam da
yok. Ama iyi komikten anladığımı sanıyorum. Ve neşeli bir insan olmaya
çalışıyorum. Neşe, benim için mühim bir şey hayatımda, varolmasını istediğim
bir şey. Ajansın çatısı altında mizahçı barındırma, mizahçıları işe alma
konusu benim kafamı çok kurcalıyor. Hatta geçmişte, bir iki mizahçı arkadaşımızla
çalıştık. Fakat, verimli olmadı. Ben, fikir bulabilme kabiliyetini, fark
yaratma, o lafı sevmiyorum ama kullanayım, yaratıcılığı ikiye ayırdım
kafamda. Bugüne kadarki tecrübemle. Birincisi, serbest yaratıcılık. Bir
tanesi de vazifeli yaratıcılık. Şimdi serbest yaratıcı adam reaksiyonel
oluyor. Adam zaten başka türlü yapamadığı için Dostoyevski oluyor, başka
türlü yapamadığı için Picasso oluyor. Adam hayata katlanamıyor, Picasso
oluyor. Şimdi, bir de bizim gibi problem çözücüler var. Bu serbest mizahçı
arkadaşlarımız problem çözücülüğünün düşünce disiplinine giremediler,
sevmediler o dünyayı. Çünkü orada biz, reaksiyonel değil aksiyonel olmak
zorundayız. Adamın biri geliyor, diyor ki, kardeşim böyle bir mamülüm,
böyle bir cümlem var. Bu cümleyi benim için en sempatik, en akılda kalıcı,
en gönül çelici şekilde söyle. Şimdi biz de onun için bir tutam mizah,
bir tutam tebessüm katıyoruz ama biz bu problemi çözmek amacıyla yapıyoruz
bunu. Şimdi, bu işte enteresan bir şekilde iki ayrı düşünce hattı bulunuyor.
Gani Müjde: Niye
yaratıcı cümlesini niye sevmiyorsunuz?
Serdar Erener:
Bana çok böbürlenme gibi geliyor.
Gani Müjde: Mütevazi
bir kişilik var ama... O nereden kalma... 1960'lı yılların çocuğu olmaktan
gelen... Legolara baktım mesela ben, çocukluğumuz çok aynı. Bende de var...
Ben bir türlü mütevazi olmamayı beceremiyorum. Zaman zaman da istemiyor
da değilim açıkçası, ama beceremiyorum.
Serdar Erener:
Ben isterim ki, kendim değil yaptığım iş konuşulsun. Onu yapmaya çalışıyorum.
Yoksa bazen çok ukala, küstah, burnu büyük olduğumu düşünenler de var
yani...
Gani Müjde: Ben
duymadım ama... Peki kendini ciddiye alan reklamcılar da var mı?
Serdar Erener:
Var. Hayatta her konuda kendini ciddiye alanlar var. Onun şimdi, çok
satan, Türkiye'de de bir kitap var, Romantik Hareket, diye. Onun yazarının,
kendine benzeme balonu diye bir kavramı. Ve onu patlatan da ironidir,
nüktedir. Yani, kendi kendisiyle alay etme, dalga geçme, kendini hafife
alma çok önemli bir şey olsa gerek diye düşünüyorum.
Gani Müjde: Kendiyle
dalga geçmek demek, ironiyle bakmakta başlıyor zaten. İnsan, bence bu
noktadan sonra gelişiyor. Bu döneme kadar ben insanın geliştiğine inanmıyorum.
Ne zaman ki kendimizle dalga geçebiliyoruz, o zaman gelişmeye başlıyoruz.
Çocukken kartonlar keserdim, maketler yapıyorduk.
Serdar Erener:
Bir ara hastaydım, sormayın. Yaptığım şey de, yine babamın seyahat
tutkusuyla ilgili bir şey. Gemi... İkide bir arabalı vapur yapıyordum.
Ben kesip kesip arabalı vapurlar yapıyordum. Envai çeşit... Üçlü arabalı
vapurlar vardır, ikili arabalı vapurlar vardır. Bunlar önemli, niye? Çünkü
kuyruğa giriyorsunuz ya.. Babanız arabadan iner gider bakar, ikili mi
üçlü mü diye... Üçlüyse girebilme şansınız var, ikiliyse az araba alır
giremezsiniz.
Gani Müjde: Benim
de hemen aklıma gemi geldi zaten. Çünkü ben de uzun vapurlar yapardım.
Yolcu vapuru yapardım. Bizim arabamız yoktu... Gelelim yine reklamcılığa...
Reklamın uzaması etkisini arttırır mı?
Serdar Erener:
Bu son günlerde kendi kendime düşündüğüm bir şey. Bende de öyle bir
his uyandı. Ama bunu biz yaptık. Biz, reklamcılar, son üç beş senede,
özellikle benim de içinde olduğum, ben de baş oyuncularından biriyim.
Biz biraz cümleleri uzun kurup, milleti buna alıştırdık. Ve bu işler şartlı
reflekstir biliyorsunuz. Şimdi, beş-on saniyelik parlak fikri olan şeyler
de olduğunda dikkat çekmekle birlikte, iki-üç dakikalar, bir dakikalar,
doksan saniyeler filan, sanki maalesef, çünkü müşterimiz adına kötü bir
şey, çünkü çok para harcıyorlar. Bu alışkanlıktan bence uzaklaşmamız lazım.
Düşünce disiplini açısından buna zorlamaya çalışıyoruz.
Gani Müjde: Ben
de bu konuda düşündüm. Nedeni bence, çok fazla kanal var, rastlama şansı
çok artıyor, üç dakikalıkta.
Serdar Erener:
Doğru.
Gani Müjde: O
yüzden de mutlaka farkediliyor. Peki zamanımız doldu ama soracağım soruların
yüzde 80'ini soramadım, bir daha inşallah. Bugün reklamın altın çocuğu
Serdar Erener'le birlikteydik. Reklamevinin yöneticisi. Kendisiyle reklamla
ilgili konuşacaktık. Ama dereden tepeden vapurlardan konuştuk, gülümsedik.
Umarım siz de gülümsemişsinizdir. Ve o gülümseme hala suratınızdaysa,
ne olur öyle kalın. Bu zamanda gülmek zor biliyorum ama yine de öyle kalın...
Biliyorsunuz kahkahaya vergi yok... Hoşçakalın.
|