Home page
Haber Menüsü


Efsane ve ötesi: Troya
Homeros’un anlattığına göre, tahta bir at içine gizlenen Akhalar kentin kapılarını açarak askerleri içeri aldı ve Troyalıları gafil avladı.
    29 Mayıs 2004 —  Homeros’un dünya edebiyatının önemli eserleri arasında sayılan İlyada ve Odysseia’da destanlaştırdığı, rüzgarla zenginleşen ve bir tahta atla yıkılan Troya, Haluk Şahin’in akıcı dili, kat kat yerleşimleri ve tüm ayrıntılarıyla National Geographic Türkiye’nin Haziran sayısında...  

   
 
       
    Internet Sites www.nationalgeographic.com.tr
 
NTVMSNBC Reklam  
 

  Tek bir kent değil Troya. Ören yerinde tam on kentin kalıntıları yer alıyor. Homeros’un efsaneleştirdiği, üzerine on binlerce sayfa yazı yazılan Troya’ya gidecek ziyaretçilerin, bu ören yerini taşlardan oluşan bir fotoğraf galerisi gibi büyük bir özenle dolaşması gerekiyor. Binlerce yıllık bir süre içinde kurulan, yıkılan, yakılan, terk edilen ve yeniden yapılan kentlerin herbiri bu özeni fazlasıyla hak ediyor.
Yazı: Haluk Şahin

       Dikkat çeken hiçbir şey yok... 5. kilometrede Tevfikiye diye bir yere geldiğinizi ilan ediyor bir başka sapak levhası. Görünüş hâlâ sıradan: Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi burada da evlerin çoğunun damlarındaki kolonlardan yukarıya uzanan demir filizler göze çarpıyor.
Fotoğraflar: Kemal Nuraydın

       Yarının arkeologları çok şaşıracaklar: Sanki her şey yarım bırakılmış, sanki her an başka bir yere göç edilecekmiş gibi bir hal var...
       Oysa hemen hemen oradasınız: Troya’da! Dünyanın en sürekli yerleşilmiş merkezlerinden birinde. Sağda bir levha şuranın Priamos Lokantası olduğunu ilan ediyor. Meşhur Heinrich Schliemann’ın kulübesi şurada bir yerde imiş. Sağda bir lokanta daha var ve onların yanında da en ucuzundan tahta at maketleri ve turistik ıvır zıvır satan satıcılar...
       Giriş gişesinin önünde genellikle turist otobüsleri oluyor. Rehber gişede bilet alırken burayı (Troya’yı!) görmek için dünyanın uzak köşelerinden gelmiş olan turistler çekecekleri fotoğraflar için makinelerini kontrol ediyorlar. Özellikle bahar aylarında sınıf gezisine çıkmış olan okullu çocuklar ise geldikleri yerin tarihsel önemini değil, bambaşka haşarıca şeyler düşünüyorlar.
       Gişeden sonra 300 metrelik asfalt yol ve işte Troya Atı! Başta gürültücü lise öğrencileri olmak üzere pek çok turistin Troya gezisi bu atla birlikte sona eriyor. Oysa yalnızca 1975 yılında bir Türk tarafından yapılmış bir oyuncak azmanı, bu “at”! Efsanedeki yerini dünyada herkes biliyor: Memleketin birinde Troya diye çok iyi korunmuş bir kent varmış, uzaktan gelenler bu kenti almayı başaramayınca tahta bir at yapıp cengâverlerini içine saklamışlar, Troyalılar hileyi yutup tahta atı kente sokunca cengâverler çıkmış, kent düşmüş, yanıp yakılmış... Tüm insanlığın paylaştığı bir öykü bu. Dünyanın her yerinde her gün Troya Atı benzetmesini kullanan yazılar yazılıyor. Kentin alınmasına ilişkin efsanede adı geçenler gerçek insanlara örnek gösteriliyor. En tehlikeli bilgisayar virüslerinden birinin adı bile Troya Atı.
       Troya’ya gelen hemen herkes koyu kahverengi tahta atın önünde fotoğraf çektiriyor. Birçoğu merdivenlerden yukarıya çıkarak pencereden aşağıya el sallıyor. Sonra az ilerideki turizm bürosuna uğruyor ya da hemen oracıktaki dev ağacın dibinde oturup hepsi birbirinden güzel kedilerle oynuyor...
       Troya’ya uğrayışlarımda, o ağacın dibinde oturup gelip gidenleri seyrediyorum. Özellikle lise öğrencilerini... Acaba içlerinden kaç tanesi Homeros’un İlyadasını okudu diye merak ediyorum. Kaç tanesi benim gibi daha lisedeyken o ölümsüz eserlerle tanışacak kadar talihliydi? Davranışlarına bakılacak olursa, pek azı: Sanki burası Türkiye’nin sınırları içinde değilmiş, sanki bir başkasına aitmiş gibi davranıyorlar. Sanki çağlar öncesinde, uzayın sonsuzluklarından gelip düşmüş bir göktaşının açtığı kocaman bir delik var az ileride... Bakıyorum bir kısmı kaytarmaya çalışıyor: Az ileride başlayan kazı bölgesini ya hiç gezmiyor, ya da az ilerideki bir tümseğin üstünden şöyle bir bakıp kendisini yeniden bu görkemli ağacın gölgesine atıyor...


        Oysa orası arkeolog Manfred Korfmann’ın son 16 yıldır yürüttüğü kazılarla ortaya koyduğu gibi, bir başka gezegene ya da yabancı bir kültüre değil, buraya ait. Anadolu’ya! Ve tabii insanlığa. O büyük ağacın az ötesinde tarihin en ünlü ören yeri yatıyor ki, buranın Türkçe adı biraz tartışmalı. Osmanlı entelektüelleri “Truva” demişler buraya Fransızcanın etkisiyle. Anadolu’nun kültürel sürekliliğini savunan Mavi Anadolucular, yani Azra Erhat, Sabahattin Eyuboğlu, Halikarnas Balıkçısı ve arkadaşları Troya’yı tercih etmişler. Alman arkeologlar ise Troia diye yazıyor, Troya diye okuyorlar. Biz de Mavi Anadolucular gibi Troya diyoruz...
       Makalenin tamamını National Geographic dergisinin sayfalarında bulabilirsiniz.
       
HAZİRAN’DA NATIONAL GEOGRAPHIC TÜRKİYE’DE!
* Ucuz Petrolde Son
       Petrolde kaçınılmaz son yaklaşıyor. Var oldukları öngörülen büyük rezervler dahi dünyanın petrol açlığını doyurmaya yetmeyecek ve yaşamsal önem taşıyan bu yakıt, yakın bir gelecekte kaynakların tükenmesi nedeniyle azalacak. Peki bizi yaşam tarzımızı değiştirmeye yönelik zor seçimler yapmak zorunda bırakacak bu son ne kadar yakın?
* Derin Karanlık
       Kaliforniya kıyılarından sadece bir yüzüş mesafesi uzaklıkta küçük bir kanal olarak başlayan ve hızla kıta sahanlığının sığ platosunu yarmaya girişen Monterey Kanyonu, çok tuhaf bir hayvanlar yelpazesine ev sahipliği yapıyor.
* Peru’daki Kayıp Halk
       Arkeologlar, Peru’daki kayıp halkın tarihi mezarları ve içlerindeki heykelleri kurtarmak için bulut ormanlarının tepelerinde tehlikelere atılıyor.
* Altın Ağaçkakan
       Yiyeceğini toprakta arıyor altın ağaçkakan; yaşamını ağaçlarda sürdürüyor. Uçarken parlak tüylerini gözler önüne seren bu gürültücü kuş, ekolojik açıdan doğada anahtar işlevi gören bir tür olarak varlığını sürdürüyor ve ormanın biyolojik çeşitliliğinin şekillenmesine yardımcı oluyor.
* Geniş Açı: Anadolu Yaban Koyunu
       Aşırı avlanma, bazı avcı türlerin baskısı, besin sıkıntısı gibi nedenlerle sayıları giderek azaldı. Ve 1966’da 420 kilometre karelik bir alanda koruma altına alındılar. Bir dönemler sayıları 40’a düşen ve bugün nüfusları 2000’lere ulaşan Anadolu yaban koyunları, daha önceleri varlık gösterdikleri topraklara yerleştirilecek.
* Tarihten Sayfalar : Klasik
       Enerji ve ışığın kenti New York, Büyük Buhran’ın ilk günlerinde siyah-beyaz ve renkli fotoğraflarıyla National Geographic’in sayfalarına konu oldu ve yazar Frederick Simpich, “modern Dünya’nın harikası”nı, 1930’ların bakış açısıyla okurlara taşıdı.
* EK: Ayrıca, National Geographic Türkiye dergiyle birlikte tüm okurlara Dijital Fotoğraf Rehberi hediye ediyor.
       Hepsi ve daha fazlası Haziran’da National Geographic dergisinde.
       
 
       
    TOP5 Kriz, kadınları bu sefer daha çok vurdu  
     
 
  NTVMSNBC KULLANICILARININ TOP 10'u  
 

Bu haberi diğer okuyucularımıza tavsiye eder misiniz?
hayır   1  -   2  -   3  -   4  -   5  -  6  -  7  kesinlikle

 
   
 
 
NTVMSNBC   NTVMSNBC 'ye iyi erisim için
Microsoft Internet Explorer
Windows Media Player   kullanın
 
   
  Ana Sayfa | Güncel | Dünya | Ekonomi | Sağlık | Yaşam | Teknoloji | Kültür & Sanat | Spor | Hava Durumu | Haber Özetleri | Arama | NTVMSNBC Hakkında | Yardım | Spor Yardım | Tüm Haberler |
Araçlar | NTVMSNBC Reklam Seçenekleri | Hukuki Şartlar & Gizlilik Hakları